Tükendi
Gelince Haber VerTahakküm, hükümranlık, yönetim… Her biçimiyle siyaset, ailede ve toplumda, örtük ya da açık olsun, özerkliğe veya tahakküme dayansın, temelde bir iktidar ilişkisidir. Bu iktidar ilişkileri türlü biçimde ortaya çıksa da esas olarak insana, insanlığa dayanır. Yunan bilgeliğinin farkına vardığı gibi, kendine hâkim olmak başkalarına da hâkim olmanın pratiğini sağlar. Ya da nübüvvet havzasındaki toplumsal selamet düşüncesinin esas aldığı pastoral ahlakın siyasal mecraında olduğu gibi kendine dair bir sorumluluk kaygısı, başkalarına dair de bir sorumluluğu gerektirir. Bu öğretilere göre siyaset devletten önce gelir, doğaldır; devlet ise kurumsaldır, bir süreç içerisinde biçimlenir ve topluma karşı da bir biçimde mesafelenir. Rekabete açık olsa da dayanışmayı da gerektirir ama zorbalık ve tahakküm, siyaseti imkânsızlaştırır.
*
Sorgulamalarına insan hakkındaki temel soruları tersine çevirerek başlar: “Bilgi ne yapar?” (neyi anlatır değil); “iktidar nasıl inşa eder?” (nasıl bastırır değil); ve “bir kendilik ilişkisi nasıl icat edilir?” (nasıl keşfedilir değil). Bu bağlamda Goethe’nin Kant’a yönelttiği suçlamadan, yani “zihinlerimizi bir kafes”e tıkma ve ardından da “parmaklıkların ötesine bakma”ya çağırma suçlamasından asla çekinmez. Dolayısıyla da, “neyi bilebilirim?” sorusunun yerine “sorularım nasıl türetiliyor?” ve “biliş yolum nasıl belirleniyor?” sorularını geçirir. “Ne yapmalıyım?” yerine, “gerçekliği deneyimleme konusunda nasıl konumlandırılıyorum?” ve “yükümlülük alanımın tanımlanmasında nasıl bir dışlama işlemi gerçekleşiyor?” sorularını sorar. “Neyi ümit edebilirim?” yerineyse “dahil olduğum mücadeleler nelerdir?” ve “özlemlerimin, emellerimin parametreleri nasıl tanımlanıyor?” sorularını koyarak bunların cevaplarını araştırır.