Tükendi
Gelince Haber VerCezmi romanı, Tanzimat Dönemi yazarlarından Namık Kemal’in kaleme aldığı ve ilk baskısı 1880 yılında yapılan Türk edebiyatının ilk tarihi romanıdır. Eser en başta yazar tarafından iki cilt olarak tasarlansa da sadece bir cildi bulunmaktadır. 2. Selim devrinde başlayan ve aralıklarla elli yıl kadar devam eden bir olay örgüsüne sahip olan eser Osmanlı-İran savaşını anlatmaktadır.
Türk Milliyetçiliğine ilham veren Namık Kemal, farklı alanlarda eserler vermiş yazar, gazeteci, devlet adamı ve şairdir. Romantizm akımından etkilenmiştir. “Vatan Şairi” ve “Hürriyet Şairi” olarak da bilinmektedir.
Cezmi kitabının fiyat aralığı 6,59 TL ve özel baskılar dahil 28 TL arasında değişmektedir. Cezmi kitabının fiyatını belirleyen faktörler aşağıda listelenmiştir:
Cezmi kitabının yazarı Namık Kemal’dir. 21 Aralık 1840 yılında Tekirdağ’da dünyaya gelen hürriyet şair, oyun yazarı, romancı, yazar, gazeteci ve düşünce adamı Mehmed Namık Kemal’in babası Meclis-i Mâliye âzası, esham müdürü ve II. Abdülhamid’in müneccimbaşısı Mustafa Âsım Bey’dir. Annesi ise Tekirdağ mutasarrıfı Koniçeli Abdüllatif Paşa’nın kızı Fatma Zehra Hanım’dır. Asıl adı Mehmed Kemal olan yazar " Namık" ismini şiir ile birlikte kullanmaya başlamıştır. Çocukluk hayatı dedesi Abdüllatif Paşa’nın ailesinin yanında geçmiştir. 1846 yılında dedesi Abdüllatif Paşa’nın Afyonkarahisar sancağına muhassıl olarak tayin edilmesi üzerine annesi ile birlikte Afyonkarahisar’a gitmiştir. Afyona gittiği dönemde özel hocalardan ders alıp okumasını ilerletmiştir ve hatta dedesi Abdüllatif Paşa’nın teşvikiyle Mevlevilik terbiyesini de öğrenmiştir. Afyon döneminin 2. yılında annesi Fatma Zehra Hanım, henüz genç bir yaşta vefat etmiştir ve Namık Kemal öksüz kalmıştır. 17 yaşına kadar dedesi ile birlikte dedesinin tayin edildiği her yere giden Namık Kemal "Ben anamdan doğdum doğalı gezmeye alışığım" demiştir. Okula gitmesi gereken dönemde ailesiyle İstanbul’a yerleşmiş olan hürriyet şairi önce Beyazıt Rüşdiyesi’ne sonra Vâlide Mektebi’ne gitmiştir. Edebiyata ve tarihe bu yıllarda ilgi duymaya başlayan yazar üzerinde özellikle hocası Şakir Efendi’nin etkisi büyüktür. 1853 yılından sonra dedesi ile Kars ve Sofa’ya gitmiş ve burada da eğitimine özel hocalar vasıtasıyla devam etmiştir. Kars’ta bulunduğu dönemde müderris Vâizzâde Mehmed Efendi’den tasavvuf ve edebiyat öğrenmiş olan Namık Kemal, Nâbî, Sünbülzâde Vehbî gibi şairlerin divanlarını okumuş ve hocasının etkisiyle ufak şiirler yazmaya da başlamıştır. Kara Velî Ağa’nın yardımıyla da binicilik, cirit ve av gibi sporlarla meşgul olmuştur.
Namık Kemal’in asıl fikri gelişimi Sofa yıllarında yaşanmıştır. Bir buçuk yıl yaşadığı bu şehirde bazı şairler aracılığıyla eski şiirlerden okumalar yapmıştır. Bu dönemde gazeller, nazireler ve Kerbela mersiyeleri yazmıştır. Sofa’ya misafirliğe gelen şair Binbaşı Eşref Bey, yazarın birikmiş şiirlerini görünce Mehmed Kemal’e "Namık" mahlasını vermiştir. Sofadan ayrılmadan önce de dedesi ve anneannesinin isteği üzerine Niş Kadısı Mustafa Râgıb Efendi’nin kızı Nesîme Hanım ile evlenmiştir.
Namık Kemal’in İstanbul’a yerleştikten sonra edebi çevre ile ilk teması Tercüme Odası’ndaki kalem arkadaşları ve onların muhiti vasıtasıyla olmuştur. Bu arkadaşları Sadullah Paşa, Ayetullah, Kani Paşazade Rifat, Recaizade Celal gibi isimlerdir. Bu dönemde Leskofçalı Galib ve Hersekli Arif Hikmet ile de yakın bir ilişki kuran Namık Kemal, 1861 yılında eski ve yeni nesilden şairlerin bir araya gelerek oluşturduğu Encümen-i Şuara’ya dahil olmuştur. Encümen-i Şuara şairleri haftada bir Hersekli Arif Hikmet’in evinde buluşmakta ve hazırlamış oldukları şiirleri birbirlerine okuyarak bu şiirler üzerine yorum yapmaktaydılar. Bu toplantılarda şiirleri okuma işi ise Namık Kemal’indir.
Namık Kemal, 1962 yılının Ramazan ayında bir gün Beyazıt Camii avlusundaki kitap sergilerini dolaşırken tesadüfen bir kâğıda denk gelmiştir. Bu kağıtta yazan yazıyı ilk okuduğunda yazının Yunus Emre’nin ilahilerinden biri olduğunu sanmıştır. Fakat ikinci kez tekrar okuduğunda yazının Şinasi’nin "Hak Ta’âlâ azamet âleminin pâdişehi / Lâ-mekândır olamaz devletinin taht-gehi" şeklinde başlayan meşhur münacaatı olduğunu anlamıştır. Bu yazıdan çok etkilenen Namık Kemal, o dönemde Tasvir-i Efkar gazetesini çıkarmakta olan Şinasi’nin yanına gitmiş ve onunla tanışır. Bu tanışma Şinasi, Namık Kemal’in düşüncesini siyasi ve toplumsal konulara yöneltmiş, şiirinin içeriğini ve konusunu değiştirmiş, artık eski şiirin ve tasavvufi simgelerin etkisinde yaşayan bir insan olmaktan çıkarak cemiyet davalarının adamı olmasını sağlamıştır. Namık Kemal’in fikirlerini en çok benimsediği Batılı yazar ise Montesquieu’dur ve ondan çeviriler yapmıştır. Fransızcayı da Tercüme Odası’nın kıdemli hocalarından Mehmed Mansur Efendi’den ders alarak öğrenmiştir.
Şinasi’nin 1865 yılında siyasi nedenlerden dolayı Paris’e kaçmasının ardından Tasvir-i Efkar’ı tek başına çıkaran Namık Kemal, zaman zaman "Ceride-i Havadis" ile münakaşaya girmiştir. Gazetenin başında olduğu dönemde aynı zamanda da kadınların eğitim alması gerektiği meselesini ortaya atan ilk kişi olmuştur. "Lisân-ı Osmânî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir" makalesi ile ilk defa Türk dili ve edebiyatının meselelerini toplu bir şekilde ele almıştır. Bu makale ile devrinin ilerisinde fikirler ortaya koymuştur. İlk mahali röportajı yapan kişi de Namık Kemal’dir. Hürriyet, hükümet ve millet arasında olan karşılıklı ilişki ve hükümdarın halka kendini nasıl sevdirdiği gibi konulara Belçika Kralı Léopold’ün ölümü üzerine yazdığı fıkra ile başlamıştır. “Şark Meselesi” üzerine makalesi ile de Erzurum vali muavini olarak atanmıştır.
Erzurum’a gitmeyen Namık Kemal, Ziya Paşa ile birlikte Paris’e kaçmıştır. Paris’ten sonra bazı arkadaşları ile Londra’ya giden Namık Kemal, burada “Hürriyet” gazetesini çıkarmıştır.
İbret gazetesini çıkararak sadrazam Mahmut Nedim Paşa’yı eleştiren yazılar yazan Namık Kemal, İstanbul’dan uzaklaşması için mutasarrıf olarak Gelibolu’ya atanmıştır. Kısa bir süre kaldığı Gelibolu’da "Vatan Yahut Silistre", oyunu ile "Evrak-ı Perişan" adlı eserini tamamlamıştır. Osmanlı tiyatrosunun modern bir tiyatro özelliğini kazanması için büyük emek veren Namık Kemal, edebi türler arasında en çok tiyatroyu sevmektedir. Kendisinin yaşadığı dönemde sahneye konulan tek eseri de “Vatan Yahut Silistre” isimli oyunu olmuştur. Eser konusunu Silistre savunmasında alan ve vatan sevgisini aşılamayı hedefleyen bir eserdir ve yazarın en çok bilinen tiyatro oyunlarından biridir. 1 Nisan 1873 gecesi İstanbul’da Güllü Agop’un Gedikpaşa’daki tiyatrosunda sahnelenen "Vatan Yahut Silistre" halkı coşturmuş ve çeşitli olaylar çıkmasına neden olmuştur. Bu konuda İbret’te yayımlanan yazılardan sonra da Magosa’ya sürgün edilmiştir. Magosa’ya sürgün edildiği ilk dönemde Magosa’yı hiç sevmeyen Namık kemal şehri “Pencereden bakıp da sahralar dolu harabelerini, dağlar parçalanmışçasına taş yığınlarını gördükçe, Sur-ı İsrafil çalınmış, fakat ben işitmemişim zannediyorum”, “Kuyulardan çektirilip de içtiğimiz sudaki şab ile küherçileyi bir yere toplasalar, Mısır Çarşısı’nı değil, Kâhire’nin barut-haneleri ile Tanta mevlidi’nin şahid-i pazar olan çinganelerini, asırlarca idare eder. Evvel ağızdaki acılığı def için rakı üzerine su içiyorduk; şimdi bi’l’akis su üzerine rakı içiyoruz.” sözleriyle anlatmıştır. Kaldığı hücreyi ise “Buraya geldim; heman o gece, asker için yapılmış, tamam mezar kadar bir yere tıktılar. Altım taş olarak, üzerinde bir hasır ile bir asker fanilası var idi. Sonradan fanila inceliğinde bir de şilte getirdiler. Setremi yastık, paltomu yorgan ettim; fasılasızca dokuz saat rahat rahat uyudum;” şeklinde anlatmıştır. Burada üç yıl kadar kalan Namık Kemal, bir süre sonra adaya alışmış, hatta sevmiştir. Adaya alıştığı da kızına yolladığı mektupta yazdığı “Ben burada o kadar rahattayım ki ta’rif edemem. Her akşam denize giriyorum; Magosa’da bir koca liman var; beyaz kum içinde… İnsan, Unkapanı’ndan Galata’ya kadar bir gidiyor, yine deniz, boğazına kadar çıkmıyor.. Hele bilsen, o beyaz kum, suyun içinde ne güzel görünüyor… Tıpkı tıpkısına, sizin İstanbul hanımefendilerinin yaşmak altında parlayan çehreleri gibi…” sözlerinden anlaşılmaktadır. Zor şartlar altında kaldığı Mağusa’da hastalıklara yakalanan Namık Kemal, eserlerinin büyük birçoğunu bu dönemde kaleme almıştır. Mağusa sürgününden döndüğünde İstanbul’da kahraman gibi karşılanan yazar, Hürriyet Kasidesi adlı eserini bu dönemde yazmıştır. 2. Abdülhamit’in Osmanlı Anayasası’nı oluşturmak için kurduğu komisyonda üye seçilmiş, padişahın aleyhine bir tehdit beyti yazıp bunu mecliste okuyunca önce hapse atılmış ardından da Girit Adası’nda yaşamaya mecbur edilmiştir. İsteği üzerine de Girit Adası yerine Midilli Adası’nda gönderilmiştir. Midilli’deki görevi süresince 20 Türk ilkokulu açmış olan Namık Kemal, "Vaveyla", "Murabba" ve "Vatan Mersiyesi" gibi şiirlerini burada kaleme almıştır. Magosa’da yazmaya başladığı "Celaleddin Herzemşah" isimli 15 perdelik tarih oyununu da burada tamamlamıştır. Midilli’deki görevinden sonra Rodos mutasarrıfı olan Namık Kemal, İngiliz ve Yunanların şikayeti üzerine 1887’de Rodos’taki görevinden alınmıştır. Son olarak da Sakız Adası mutasarrıfı olarak görevlendirilmiştir.
Namık Kemal Sakız Adası’nın kuru havası nedeniyle rahatsızlanmış, 2 Aralık 1888 günü 47 yaşında hayata veda etmiştir. Kabri Çanakkale’nin Bolayır beldesindedir.
Ahmet Hamdi Tanpınar “Namık Kemal’in Doğuşunun Yüzüncü Yılı Münasebetiyle Cezmi’ye Dair” başlıklı yazısında Namık Kemal’i “O, ne tiyatro muharriri, ne de romancı olarak yaratılmıştır. Sırf iradesinin zoruyla ve zihni kabiliyetleriyle “ibda” dediğimiz esrarlı işi yapmaya çalışıyordu. Yarattığı şahıslar onda bir fikr-i sabit halinde, kendi talihleri, müstakil ruh ve seciyeleriyle ve bahsettiği devirler kendi renk ve hususiyetleri, asıl hayatı yapan örf ve adetleriyle yaşamıyordu. O, faaliyet sahasını her an yenileştirmek ve genişletmek isteyen, mücadeleci bir iradenin kendi içinde çalkanan fikirleri birtakım eşhas ağzına dağıtmak istediği için, bu sanatların tekniğine müracaat etmişti. Bir roman veya temaşa muharriri için lazım gelen vasıflardan hemen hemen tamamen mahrumdu. İnsan kalbini yapan zaaflardan hiçbirine inanmıyordu. Mutlak ve dar çerçeveli bir kahraman telakkisi vardı. Cömertçe vatan ve millet uğruna kendini bırakmış bir insanın peşindeydi ve yalnız bunu anlıyordu.” sözleriyle anlatmıştır.
Cezmi kitabı 360 sayfadan oluşmaktadır. Yayınevine ve özel baskısına göre sayfa sayısında değişiklikler olmaktadır.
Cezmi kitabının türü tarihi romandır.
Cezmi romanındaki olaylar 16. yüzyılda geçmektedir. Romanın ismi ana karakteri olan Cezmi isimli cesur ve güzel ahlak sahibi bir askerden gelmektedir. Eserdeki olaylar ilk olarak İstanbul’da başlamakta, ardından Azerbaycan ve İran’da devam edip Tebriz Sarayı’nda son bulmaktadır. İran ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki savaş anlatılmaktadır. Kitabın başkarakteri olan Cezmi de bu savaşa gönüllü asker olarak katılmıştır. Eserin arka planında bir aşk hikayesi de ele alınmıştır.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Cezmi Romanı hakkında “Hülasa Namık Kemal, Cezmi’de adeta bir nevi biyografik romana başlamış ve bitirmeden terk etmiştir.” şeklinde yorum yapmıştır.
Cezmi romanının karakterleri aşağıda listelenmiştir.
Cezmi kitabı tüm edebiyatseverler için uygundur. Cezmi kitabının yaş gruplara göre okunma sırası aşağıda listelenmiştir.
Cezmi romanını okumak döneminin sosyal ve siyasal yaşamı hakkında bilgi sahibi olmayı sağlamaktadır. Cezmi kitabının kişisel gelişime etkileri aşağıda listelenmiştir.
Bilgilenme ve kültürel gelişme aracı olan kitap, günümüz iletişim ve bilgi çağında hem görsel hem içerik alanı içinde sayfa düzeni, kapak tasarımı ile bir sanat yapıtı ve yazar ile okur arasında ilk iletişimi sağlayan kaynaktır. Kitap kapağı, içeriğindeki mesajı görsel iletişim yoluyla hedef kitleye duyurma işlevini, estetik nitelikleriyle birlikte, resim ve yazıyı birbirini tamamlayan bir düzenleme içinde önem arz etmektedir. Kitap kapağı, yazar ile okur arasındaki mühim bir köprüdür. Kapak fotoğrafları aynı zamanda içerikteki espriyi, konunun anlamını ve dinamizmini görsel açıdan güzel bir görünüm içinde yansıtmalıdır. Çünkü kitap tüketiciye yani okura sunulmak üzere, kapağıyla paketlenmiş bir nesne durumundadır. Kitap kapağı ile kendisinin reklamını yapar ve kitap ile okuyucunun arasında bağ kurmasını sağlar.
İllüstrasyon, grafik tasarım içinde önemli bir yere sahiptir. İllüstrasyon bilgiyi bazen tasvir etmek, bazen yorumlamak bazen de belgelemek için kullanılmaktadır. Kitap kapağı illüstrasyonları yayın illüstrasyonlarına girer. Yayın illüstrasyonları; gazete, dergi, kitap ve ansiklopedilerdeki makale, haber, öykü, roman, şiir ve açıklamalara eşlik eder. Yayın sektöründe çalışan bir illüstratör, üzerinde çalışacağı metnin içeriği hakkında bilgi ve görüş sahibi olmalı, metindeki mesaj ve duyguyu resim diline aktarabilmelidir. Yayın illüstrasyonu içinde en rahat ve esnek çalışabilecek alan çocuk öykü kitaplarıdır. İllüstratör, metne estetik ve fantastik destek vermek için kendi yorumunu katabilir. ( T.C. Milli Eğitim Bakanlığı) 1984 kitabı için kapak fotoğrafının çizilme aşamaları aşağıda listelenmiştir.
Cezmi kitabı için kullanılan malzemeler ve bu malzemeler kullanılırken dikkat edilmesi gerekenler aşağıda listelenmiştir.
Cezmi romanına benzeyen eserler aşağıda listelenmiştir.
Namık Kemal benzeri diğer yazarlar aşağıda listelenmiştir.