Tükendi
Gelince Haber VerBienaller benim için her zaman sergilenen eserlere duyduğum merak kadar, sergi mekanlarının keşfi için de bulunmaz bir fırsat gibi gelmiştir. Kenti keşfetmek için duyduğum bu istek içimdeki iflah olmaz “flaneuse”ün coşkusuna her zaman yenik düşerek, elimden geldiğince takip ettiğim sergi mekanlarında beni elimde bienal haritasıyla oradan oraya sürükleyen bir macera olageldi. Bu kapsamda kentsel boyutta çeşitli kent mekanlarındaki eserler sayesinde kenti keşfetmek kadar, çeşitli kurumlara bağlı olduğundan her zaman içine girmenin mümkün olmadığı özel ve özgün mekanların keşfi için de bulunmaz bir fırsattı. İşte bu heyecan içerisinde, İstanbul Bienali dışında ilk defa düzenlenen 13 Ekim-12 Aralık 2012 tarihleri arasında düzenlenen 1. İstanbul Tasarım Bienali’nin son gününde koşarak yetiştiğim ve içine girmek için can attığım, İstanbul’un belki de en ıssız, en sessiz yapılarından olan Galata Rum İlköğretim Okulu’ndaki sergiye gittiğim gün, okulun barok merdivenlerinin birleştiği sahanlığın hemen karşısında yer alan devasa poster beni hemen ilk sergi holüne çekti. Posterde daha önce duymadığım bir kavram büyük puntolarla söyle diyordu “ADHOCRACY”. Minimal ama iddialı bir grafik estetikle tasarlanmış bu posterin büyüsüne kapılmamı sağlayan şey kavramın fonetik çekiciliği miydi, yoksa “demokrasi, bürokrasi” gibi çok daha aşina olduğumuz kavramlardan türemiş olabileceğini varsaydığım ama tam olarak ne ifade ettiğini de anlamlandıramadığım bu yeni kavramın bende uyandırdığı büyük merak mıydı; bu sorunun cevabını tam olarak vermek zor. Ancak sözcüklerin büyülü bir çekim alanı varsa böyle bir şey olmalı. Böylece, bende daha sonra neredeyse bir takıntı haline geleceği o an için aklıma bile gelmeyecek olan bu sözcüğün büyüsüne kapılma hikayem, tam olarak böyle başladı.