Bugün üç milyona yakın nüfusuyla dünyanın dört bir köşesine yayılmış bir halk, Molokanlar ve Dukhoborlar. Onlar pasifist olarak adlandırılmalarına, bilmelerine karşın savaşmayı reddeden, şiddete karşı çıkan, ancak boyun eğmeyen; kiliseyi ve ruhban sınıfı kabul etmeyen, insanca yaşamadan yana, komünal yaşamayı savunan bir felsefeye sahiptir.Bundan 130 yıl önce Çar’a kiliseye kafa tutup, müthiş acıları ve zorlukları göğüsleyerek geldiler kafkasya’ya. Beraberlerinde barış, hoşgörü, paylaşma kültürünü de getirdiler. Kafkasya’nın sert mizaçlı toplumlarına hoşgörüyü öğrettiler.Salt bunlar değildi getirdikleri. Modern tarımı, ziraatı, dönemin çağdaş teknolojik üstünlüklerini de taşıdılar. Taşımakla kalmayıp yerli halkları da bunlarla tanıştırdılar.Türkiye’de Kars, Ardahan, Iğdır ve hatta Erzurum, Erzincan yörelerine yerleşen; belli bir dönem Anadolu insanıyla da aynı kaderi paylaşan, akrabalıklar kuran bu halklar, özellikle 1919 sonlarından itibaren yaşayan siyasal çalkantılardan da, azgınlaşan ırkçılıktan da nasiplerine düşeni almış; geldikleri gibi, sessiz ama vakur bir edayla göçüp gitmişlerdi başka topraklara.Onlar tarihin sürgün bahçesi Kafkasya’nın vakitsiz açan, tez solan çiçekleriydiler; solan en güzel renkleriydiler.