Tükendi
Gelince Haber VerProf.Dr. Reha Günay’ın, Şile’de doğup büyüdüğü evin öyküsünü ve koruma-restorasyon-yenileme sürecini samimi bir dille anlattığı yeni kitabı Şile’deki Ev YEM Yayın’dan çıktı.
Bugüne kadar mimarlık tarihi, sanat tarihi, geleneksel yapı ve yapım teknikleri, fotoğraf, arkeoloji vb. alanlarda yaptığı özgün çalışmalarıyla tanıdığımız Reha Günay, tüm bu alanlardan beslenerek damıtılmış bir yaklaşımla Şile’de doğup büyüdüğü *ataevi*ni anlatıyor. Elbette tüm kitaplarında olduğu gibi, bu çalışmasında da eşsiz fotoğrafları metne eşlik ediyor, canlılık ve duygu katıyor.
Reha Günay, bu kitabı yayıma hazırlama gerekçesini şu şekilde özetliyor: *... Bu kitapta Şile’de çocukluğumun bir bölümünü geçirdiğim evle ilgili anılarımı bulacaksınız. Bunların özellikle sadece evle ilgili olmalarına çaba gösterdim. Şile’yi ve diğer anılarımı buna katmadım. Çocukluğumda duyduklarımı, evde gördüklerimi ve bulduklarımı daha iyi anlamak için onları çeşitli kaynaklardan araştırdım. O yüzden anılarımın uçuşan hikâyeleriyle o zamanın gerçeklerini yan yana bulacaksınız. Bu sayede ben de bir bakıma ayaklarımı yere basmış oluyorum. Kim bilir, belki ‘basmasaydın’ da diyebilirsiniz! Kitapta yer alan eşyalar ve nesneler benim için evle özdeştir. Onlar olmadan ‘Şile’deki Ev’i düşünemiyorum. Ayrıca bu nesneler yüz yıl önceki bir Osmanlı ailesinin envanteri sayılır. Maddi değeri olmasa da halkbilimi ve kültür tarihi açısından önemlidir. Bu tür günlük kullanım eşyaları artık pek az evde veya müzelerde kaldı. Bu nesnelerin evle birlikte yaşaması en büyük dileğimdir...*
Günay ile ilk kez 35 yıl önce Ağa Han Mimarlık Ödülleri ortamında birlikte çalışan ve orada yeşeren dostlukları hâlâ süren Okan Üstünkök ise *Sunuş* yazısında şunları söylüyor: *Reha Günay yıllar yılı yaz aylarını Şile’de, dededen kalma babaevinde geçirmiş. Fener Caddesi’ndeki ev çok etkilemiş onu, daha çocukken. İçiyle, dışıyla, bahçesiyle, konumuyla. Sonra da zamanla yaşlanan, hırpalanan eve Reha yeniden can vermiş, restorasyonunu üstlenerek. Yaptığı öyle sıradan restorasyon değil. Kaybolanı tamamlamış, olması gerekeni eklemiş, kendini katmış, evi yeniden tanımış, tanımlamış, ev daha da *onun* olmuş. Savaş kuşağına özgü yaklaşımla olsa gerek, evin her özelliğini meslek deneyiminden öte bir tutumlulukla, sevecenlikle ve kıymetbilirlikle değerlendirmiş. Evin dolaplarında ya da bahçesinde bulduğu ne varsa, neler varsa sevmiş, sicim fiyonkları gibi saklamış, korumuş onları. Zemzemlik, hiposülfit kristalleri, süt rengi çakmak taşından ok ucu, salkım söğütlü seramik tabak kırıkları, İstanbul manzaralı kahve tepsisi, fotoğraf ilgisini genlerinden aldığı anlaşılan babasının körüğü erimiş körüklü kamerası… Bunları anlatmakla, paylaşmakla kalmamış Reha, araştırmış, açıklamış, kılı kırk yarıp iz sürmüş. Argonotların peşinden Yasun Burnu’na, Hazar Türklerinin Macar bağlantısından Hıristiyanlığa geçişlerine (Koestler, ‘Museviliği seçtiler’ der), Avanos’un Genezin Köyü’nden Beylerbeyi Sarayı üzerinden giderek kendi soyağacına doğru yelpazelenen bilgileri ve kişisel anılarını renk renk iplikler gibi kullanıp, şilebezine değilse de sayfalara işleyerek zengin bir kanaviçe üretmiş.
Ciddi meslek titizliği ile köklü bir duygusal bağlılığın karışımı olan bu emek-yoğun kanaviçe Şile’deki ev ve elinizdeki bu kitap. Hem yazarın çok çeşitli yönlerini ve diğer yayınlarını zaten bilenler, hem de bu yapıtıyla onu ilk kez tanıyacak olanlar, kitapta evin kuşaklar boyu katmanlaşmış öyküsünü hazla, tat alarak, şaşılacak zenginlikte bir define bulmuş gibi sevinçli bir kazançla okuyacaklar. Bundan eminim.*