Sezai Karakoç Şiiri’ni, son derece modern bir form içinde varlık bulmasına rağmen klasik şiir geleneğimizin son halkası olarak nitelendirebiliriz. Kadim bir duyarlılık hassasiyetinin yüksek düzeyde varlığını koruduğu bu şiir şekil, üslup ve imgelem olarak bu çağa aittir. Form anlamında aynı düzlemde değerlendirilen İkinci Yeni şiirinden en önemli farkı, hem çıkış noktası hem de nihai erekler bakımından ayrılmasıdır. Bu nokta onu çağdaş benzerlerinden uzaklaştırırken, klasik şiirimize yakın kılmaktadır. Onu geleneksel/klasik şiirimize bağlayan şey, kullandığı şekilsel unsurlardan ziyade bizzat şiirin mahiyetine ilişkindir. Çünkü Karakoç Şiiri’nde özellikle kadîm hikmet geleneğine ait unsurlar sadece bir estetik yaklaşım ögesi değil, bir hakikat telakkisi olarak şiirin muhkem iskeletini teşkil eder. Karakoç Şiiri’nde 20. yüzyılda yaşayan, çağı hisseden, kavrayan, çağa ait olmayan; ama ondan bîhaber de olmayan bir hakikat avcısının yolculuğunu takip ederiz. Bu yolculukta şairin geçtiği yollardan, hissettiği ürpertilerden, pençelediği hakikat incilerinden şiiri de nasiplenir. Kendisinin de ifade ettiği üzere, bir bakıma şiir de şair ile birlikte öteye geçer, hatta seyr-i sülûk eder.