Tükendi
Gelince Haber VerYazmak; tıpkı bir hastalık ya da bağımlılık gibi, damarlarında dolaşan kan gibi her zerrene fütursuzca işlenir. Tıpkı duygusallık ve hissizliğin zıtlığı gibi ölene kadar yazmak isterken tek bir cümle yazmak istemezsin. Yazarlık doğuştan gelen bir yetenek diyenleri şimdi daha iyi anlıyorum. Fakat bence sadece yetenek değil, aynı zamanda kanını emen bir canavar gibidir. Yazmadığın her saniye kanın çekiliyor, ruhun bedenini terk ediyor gibi hissedersin. Kâğıt ve kalemin her daim hazır olduğu masa başında geçen saatlerin, masaya sürtmekten yara olan dirseklerin ya da yarattığın tüm karakterlerinin kafanın içinde yaşadığı dünyaya hapsolduğunda bile ne yaptığını sorgulamazsın. Aksine masa başında geçmeyen saatleri ve yazdıklarını ya da karakterlerini düşünmediğin zamanlarda ne yaptığını sorgulamaya başlarsın. Art arda kaç fincan kahve ya da çay içtiğinin, art arda yaktığın sigaraların ve yazmaya ara verdiğinde burnunun direğini sızlatan ağzına kadar dolmuş küllükteki izmaritlerin hiçbir önemi yoktur. Bazen bu hayatta tek yapabildiğim şeyin yazmak olduğunu düşünüyorum. Geriye kalan tüm hayatım uçurumdan aşağıya doğru yuvarlanırken, onları toparlamak yerine yazdığım zamanlar bu gerçeğe daha çok inanıyorum. Yazarken tüm hayal kırıklıklarım, tuz buz olmuş kalbimin acısını bir kenara bırakabiliyorum. Aslında bir nevi benim için, tüm zorluklardan kaçıp saklanabileceğim güvenli bir sığınak gibidir yazmak. Belki de ruhumdan kopuk sizinle buluşacak bir- çok hikâyeden biri olan Adem ve etrafındaki birkaç kişinin hikâyesini burada noktalıyorum. Umarım sevmişsinizdir. Elimden geldiğince tüm yaşananları gerçeklerine yakın anlatmaya çalıştım. Bunu ne kadar başardım bilmiyorum, ama onların gerçeklerini size aktarmaktan çok büyük keyif aldım. Bir sonraki hikâyede buluşmak dileğiyle... Hoşça kalın, sevgiyle kalın...