Tükendi
Gelince Haber Ver‘’Santiago, okuldan arta kalan zamanlarında koyunlarını otlatmaya götüren, bu sayede dağ, taş, tepe demeden Endülüs’ü gezen bir çobandır. On altı yaşına geldiğinde ise okuldan ayrılmayı ve düşlerini takip etmek istediğini babasına söyler. Oğlunun gözlerine bakınca, gençken kendisinin de hep hayalini kurduğu farklı yaşamlar tanımak ve yeni yerler görmek arzusunu fark eden babası, bunun üzerine oğluna içinde üç adet İspanyol altını olan bir kese vererek; ‘Biliyorum, bütün güzel düşler Tanrı’nın dili ile konuşurlar. O yüzden git, en iyi şatonun bizim şatomuz, en değerli yerin bizim yurdumuz ve en güzel kadınların bizim kadınlarımız olduğunu öğreninceye kadar dünyayı dolaş.’ der.’’
Simyacı, Paolo Coelho
Yıllar sonra açıp bu satırları tekrar okuduğumda, benim hikâyeme ne kadarda çok benziyor demiştim…
Peki sizce ülkemiz şartlarında, hikâyedeki gibi bir Santiago profili çizebilmek mümkün müdür?
Diyelim ki çizdik, nasıl bir yol izlemesi onu düşlerini kurduğu farklı yaşamlara ve uzak diyarlara ulaştırabilir? İsterseniz bu duruma birde, İzmir’de doğup büyümüş on sekiz yaşında bir gencin, hikâyedeki Santiago edası ile, önce dört aylık bir Amerika deneyimi (work & travel) yaşamasını,
O yıl okuduğu üniversitede geçtiği sınav sayesinde, Çek Cumhuriyeti’nde beş aylık bir eğitim hakkı (Erasmus) kazanmasını ve Çek Cumhuriyeti’nde bulunduğu süreçte Avrupa’da toplam 16 ülke ve 30 şehir seyahat edişini hikâyenin finalinde ise Amerika’nın California eyaletinde bulunan Los Angeles şehrine taşınmasını konu alan bir hikâyeden yaklaşalım…
Acaba bu gencin arayışları için o kadar uzaklara gitmesine gerek var mıydı? Peki ya aradığı şeyin tam olarak ne olduğunu biliyor muydu? Belki de yanı başında duran gerçekliği algılayabilmesi için, uzaklara olan o büyük merakı tamamen tüketmesi gerekiyordu. Gelin hikâyenin en başından gelerek, beraber bulalım tüm yanıtları…