Tükendi
Gelince Haber VerGünümüzde çağdaş ve geleneksel toplumların karşılaştığı en önemli sorunlardan birisi de din ve hukukla beraber tarihin en kadim kurumları arasında gösterilen ailenin geçirmekte olduğu değişim evresidir. Özellikle 19. yüzyılda Batı dünyasında sanayileşmeyle beraber meydana gelen büyük çaplı sosyal ve ekonomik değişimler, sadece ailenin geleneksel ve hiyerarşik yapısını dönüştürmekle kalmamış, aynı zamanda kadının, hem bir özne olarak kamusal alana çıkmasını ve dolayısıyla sosyal hayata katılmasını hem de işgücüne katılarak da aile bütçesine katkı sunmasını sağlamıştır.
Böylece modernleşmenin ve kapitalist sistemin yarattığı sosyal düzende geleneksel toplumun aile kurumuna ve özellikle de kadına yüklediği rol ve sorumluluklar da değişmeye başlamıştır.
Tarım toplumunun geleneksel üretim ve tüketim ilişkisinden koparak kapitalizmin pazar ekonomisine eklemlenen aile kurumu, hem yapısal hem de kurumsal açıdan hızlı bir değişime maruz kalmış ve bu süreç en başta aileyi kuşatan cinsiyetçi rollerin ve inançların ama daha da önemlisi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hüküm sürdüğü ve erkek egemen kültürün yeniden üretildiği aile kurumunun sorgulanmasına yol açmıştır.
Nasıl sorgulanmasın ki! Aile, bireyin dış dünyanın acımasız koşullarından kaçıp sığınabildiği tek alan olmasına karşın, özellikle kadına yönelik şiddetin, baskının, sömürünün ve istismarın da en çok yaşandığı ve görüldüğü bir yer olmaktan da çıkamamıştır. Patriarkal ideolojinin kuşattığı günümüz ailesinde halen hem eril kültür hem de toplumsal baskı had safhadadır.
Günümüzde aile kurumu içinde yaşanmakta olan bir diğer sorun da genellikle günlük yaşam pratiklerinde, anne babalar ve çocuklar arasında meydana gelen kuşak çatışmasıdır. Gençlerle yetişkinler arasında yaşanan duygu, düşünce, tutum ve değer farklılıkları, en çok aile içi ilişkilerde ortaya çıkmaktadır.
Geleneksel ve dinsel değerlerin gölgesinde büyümüş olan eski kuşaklar, toplumsal düşünüş ve davranış normlarına, yerleşmiş ve kemikleşmiş değer yargılarına sımsıkı sarılarak tutucu bir kimlik ortaya koyarlarken, kitle iletişim endüstrisinin ürettiği popüler kültürün etkisiyle yetişmiş olan yeni kuşaklar ise otoriter ve baskıcı olduğunu düşündükleri aile kurallarına, ebeveynlerinin muhafazakâr dünya görüşlerine karşı çıkmakta ve teknolojiyle sosyalleşerek tüketimci, hedonist ve bireyselleşmiş bir kimlik ortaya koymaktadırlar.
Kuşak çatışmasının birçok farklı değişkeni bulunmaktadır. Bu değişkenler arasında en çok öne çıkan ve aynı zamanda bu çalışmanın da temel tezini oluşturan görüş şudur: Farklı dönemlerde ve farklı kültürel değerlerle sosyalleşmiş olan bireyler, gerek duygusal ve düşünsel gerekse de normatif değerlerde ayrışmakta ve farklılaşmaktadırlar.
Eski kuşakla yeni kuşağın yaşamdaki temel referans kaynakları farklı olduğu için de doğal olarak olay ve olgulara yaklaşımları da ayrışmakta ve bu ayrışma, günlük pratik yaşamda özellikle aile içinde yetişkinlerle genç kuşaklar arasında somutlaşmaktadır. Kuşak çatışması, kimi zaman aile üyeleri arasında kalp kırıklığı, güvensizlik ve duygusal taşkınlık gibi sonradan telafisi mümkün olmayan sonuçlara da yol açabilmektedir.