Tükendi
Gelince Haber Verİran Türkleri Orta Asya’dan göç eden Oğuzlardır. Bu Türk boyları İslam ülkelerine yayılmış, kurduğu devlet ve beyliklerle bu ülkelerin kaderini çizmiş ve tarihinde çok belirgin bir rol oynamıştır. Türklerin İran’daki varlıkları miladi başlarına kadar uzanmaktadır. İslam´dan önce Türklerin İran´a girişleri ilk defa M.S. 310 ile 374 yılları arasında Hunlar döneminde olmuştur. İran’a yapılan ilk Türk göçleri ve yerleşimlerinin ise Ak Hun’larının gelmeleriyle gerçekleştiği bilinmektedir.
1040 yılında o dönemde İran topraklarında hüküm süren Gazneliler ile Selçuklular arasında cereyan eden Dandanakan Savaşında Gaznelilerin yenilmesinden sonra İran kapıları tamamen Türklere açılmış oldu. Bu tarihten başlamak üzere de yaklaşık 900 yıl boyunca, Türkler İran’da egemen güç olacaklardır. Bu süreç içerisinde, İran’da 819’le 1925 arasında Samanoğulları (819-1005), Gazneliler (963-1187), Büyük Selçuklular (1040-1187), Kirman Selçukluları (1048-1187), Harzemşahlılar (1097-1231), İlhanlılar (1256-1357), Celâyirler Devleti (1340-1431), Timur Devleti (1370-1507), Karakoyunlular Devleti (1351-1469), Akkoyunlular Devleti (1340-1508), Safevi Devleti (1501-1736), Nadir Şah -Afşarlar (1736-1794), Kaçarlar (1794–1925) yönetimde bulundular.
İranlıların yaşamları ve tarihleri İran’la sınırlıdır, oysa Türkler on bin yıldır dünyanın birçok yerine yayılmıştır. Türk-İran ilişkilerinin, Genel Türk tarihinin bir parçası olmasının nedeni budur. Başlangıçta yalnızca *coğrafi bir anlam taşıyan* İranlılık, zamanla; dil, din, devlet ve kültürel oluşumlarla uzun bir tarihsel evrim geçirerek olgunlaştı ve ulus oluşumunun gereklerine ulaştı. Tarihsel bütünleşme etnik birliğe değil, siyasi ve kültürel birlikteliklere dayanmıştır.
Günümüzde İran’da Türkçülük hareketi bir etnik üstünlük arama ve *etnik milliyetçilik* değil; Pehleviler ve İran İslam Hükümeti döneminde uygulanan acımasız asimilasyon politikaları sürecinde zamanla dışlanan ve yok olmaya sürüklenen asla dönüş hareketidir. İran Türklüğü; Kadim Türk Yurdunda dışlanmaya, yok sayılmaya karşı bir başkaldırı, bir özgüven kazanma ve aidiyet şuuru olarak kendini ortaya koymaktadır.