Ehl-i Beyt semâsındaki yıldızlar, çöl gecelerinde ortaya çıkan yıldızlar gibidir... Onları saymak da mümkün değildir, ne kadar büyük olduklarını bilmek de... Onlara yakın olmayanlar, ışıklarının ne denli göz kamaştırıcı olduğundan da habersizdir... Ve onlar, ne kadar uzakta olursa olsunlar, ışıkları gelir bulur bizleri...İmam Ca’fer es-Sâdık, en muhteşem yıldızlarından biridir bu semânın. İlmî kudretini; "Beni kaybetmeden önce, bana ne soracaksanız sorun! Benden sonra kimse size, benim söyleyeceklerimi söyleyemez" diyerek ilan etmiş, ehl-i ilme âdeta meydan okumuştur. İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik b. Enes, Süfyân b. Uyeyne ve Süfyân es-Sevrî gibi devâsâ şahsiyetlerin; sahili olmayan bu ilim okyanusundan istifâde ettiğini düşündüğümüzde, İmam Ca’fer’in bu sözü daha net anlaşılacaktır.İmam Ebû Hanîfe, "Vallahi İmam Ca’fer’den daha fakîh birini görmedim"; İmam Mâlik b. Enes, "İbadet, ilim ve takvâ bakımından İmam Ca’fer’den daha faziletlisini ne göz görmüş, ne de kulak işitmiştir" derken; yaklaşık bir asır sonra gelen Câhız, "İmam Ca’fer, dünyayı ilim ve fıkıhla dolduran kişidir. Ebû Hanîfe ve Süfyân es-Sevrî’nin O’nun öğrencileri olması, bu meyanda yeterli huccettir" diyerek, onları tasdik eder. Elinizdeki kitap, İmam Ca’fer’e isnâd edilmiş olan bir tefsirden yola çıkıyor. Bu tefsirin dürbünüyle bakarak, o yıldızın ihtişâmını, o bahrin enginliğini idrâk etmeye çalışıyor.