Tükendi
Gelince Haber VerBaşlangıçta Söz vardı. Söz, Hakk’la birlikteydi ve Söz Hakk’dı. Her şey O`nun [İlahî Logos] aracılığıyla var oldu ve var olan hiçbir şey O`nsuz olmadı. Yaşam O`ndaydı ve bu Şemsî Rûh insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar. Karanlık [Şeyâtin] onu alt edemedi ve Işık nûr oldu. Doğu da Batı da O’nun nûruyla aydınlandı. Artık nereye dönülürse dönülsün Hakk’ın nûru ve yüzü oradadır. Çünkü Hakk, insanı kendi sûretinde yarattı; dahası, insana kendi rûhundan üfledi de; hiçbir şeyde insanda zâhir olduğu kadar apaçık mâhir olmadı. Böylece Hakk, insanı kendisine, zâtına, isimlerine, fiillerine ve sıfatlarına mekân edinmiş oldu. Zirâ ontolojik muradı da buydu!
İşte bu aşk’tı. Çünkü insan ve mevcudât, hayat bûsesini Hakk’dan almış ve O’na mâşuk olmuştu. Dem bu dem, Hakk ve İnsan da birbirinin sırrı oldu. Ardından Hakk insana kelimeleri öğretti. Çünkü Hakk, insanı Kendisine onurlu bir halîfesi olarak seçmiş ve onu varlıkların en şereflisi olarak Zâtına yâren eylemişti. Böylece ona, Aşkın Birlik’in, Kadîm Güzellik’in, Sonsuz İyilik’in anahtarlarını ve sorumluluğu verdi.
Elinizdeki bu kitap, sizi bu kadîm anlatıların içrek [batînî/hermenötik] öğretilerine götürüyor ve İlahî Sophia’nın patikalarından Fenâ [İlâhî Özdeşlik] ve Bekâ [İlâhî Sonsuzluk] makamlarına ulaştırıyor.
Bir varmış, bir yokmuş… Biri varmış biri yokmuş… Sâdece ‘O’ varmış ve O, sen olmuş…
Değil mi ki, O sende var olmuş; ve sen de O’nda varolmak istiyorsan, Rabbine secde et ve yaklaş… İkrâ! [Oku!]
Yol budur.!