Tükendi
Gelince Haber VerHaleddin Oğlu Bedreddin Bey Hikâyesi ya da Bedreddin ile Zehra Hikâyesi adlarıyla Türk halk hikâyeciliği repertuvarına dahil edilebilecek olan bu hikâye Türk Dili dergisinin Ekim 1963 tarih ve 145 numaralı sayısında (s. 5-8) Cahit Öztelli tarafından kaleme alınan *Halk Hikâyelerinde Kahramanın Tanımı* başlıklı yazıdaki kısa bir tanıtma dışında, tespit edebildiğimiz kaynaklarda, hakkında başkaca bilgi bulunmayan bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Öztelli’nin anılan yazısı Türk Folklor Araştırmaları dergisinin Mayıs 1965 tarih ve 190 numaralı sayısında (s. 3729-3731) mükerreren yayımlanmıştır.
Öztelli, yazısında -1963 yılını kastederek- o güne kadar hiçbir yerde Haleddin Oğlu Bedreddin Bey Hikâyesi’nin söz konusu edilmediğini (s. 5) vurgulamıştır. Cönkte kayıtlı olan hikâye metnindeki *Bin yüz on birdir sene – Gûş edip pendimi diğne* dizelerinden hareketle hikâyenin telif tarihinin bulunmuş olabileceğini düşünür. Öztelli kesin bir ifade kullanmamakla birlikte 1699 miladi yılına ait olan söz konusu kaydı hikâyenin telif tarihi şeklinde kabul ederek ilgili metnin ise ele geçen en eski yazma hikâye olduğunu tahmin eder (s. 5). Tanıtılmasını ayrıca ele almak istediğini belirterek kahramanların tasvirlerini örneklendirmeyle yetinir.
Öztelli’nin kısaca bahsettiği bu metin Türk Dil Kurumu Kütüphanesi Türkçe Yazmaları Koleksiyonu’nda *Yz. A 1* demirbaş numarasıyla kayıtlıdır. Katalogda eserin adı Hikâye-i Bedr ed-dîn ile Zehra şeklinde, başka bir yerde Hikâyeti Halû`d-dîn oğlu (Bedr ed-dîn ile Zehrâ hikâyesi) şeklinde kayıtlıdır. Bu ikinci kayıtta eserin Dewey Yer Numarası *398.22* olarak kaydedilmiştir.
Herhangi bir tarih kaydının verilmediği birinci katalog kaydında metinle ilgili açıklama şöyledir: *Sözbaşları siyah mürekkeplidir. Cönk şeklinde siyah meşin sırtlı kiremit rengi kağıt kaplı, mukavva bir cilt içerisindedir.* İkinci kayıttaki genel not ise şu şekildedir: *Türkçe, rik’a hatta, 90x160 mm. ölçüsünde, yazı alanı değişik ölçüde, değişik satırlı, 59 yaprakta, beyaz, sarı, yeşil, fıstıkî renkli kâğıda yazılmıştır. Sözbaşları siyah mürekkepledir. Cönk şeklinde siyah meşin sırtlı kiremit rengi kâğıt kaplı, mukavva cilt içerisindedir. İmlâsı bozuktur. Bu halk hikâyesinde Sultan Orhan devrinde geçtiği söylenen bir aşk anlatılmıştır. Metindeki konuşmaların bir kısmı manzumdur. Cöngün 59b-60b sayfalarında Âşık Emmi’ye ait, Salim Efendi’nin 1277 [1860] yılında kaydettiği bir ilahi vardır. 61. yaprak koparılmıştır. 62b-64b sayfalarında Hz. Fatıma’nın ölümüyle ilgili 4 kaside yazılıdır.*
Tarafımızdan ilk defa yeni harflere aktarılarak yayımlanan bu metnin üst başlığı Hikâyet-i Hâleddîn Oğlu Bedreddîn Beg’in Hikâyesidir. Alt başlık ise Hâtîcetü’z-Zehrâ’nıñ fükkâresidir şeklindedir. Cahit Öztelli hikâyeden bahsettiği yazısında *fükkâresidir* ifadesini *Fıkrası, yani macerası demek olacak.* şeklinde izah ederek okumuştur (s. 5).
Sultan Orhan devrinde geçtiği yazılı olan hikâyenin sonunda kahramanların kavuşmasını sağlayan da sultanın bizzat kendisidir. Türk halk hikâyeciliği geleneğinin karakteristik hususiyetlerini bütünüyle ihtiva eden bu hikâyede kahramanın en önemli yardımcısı olan Hızır motifi; bade içerek âşık olma, âşıklık yeteneği kazanma; hak âşıklığı, kadın-erkek âşıkların karşılaşmaları, muamma fasılları; âşık kahvehanesi tasvirleri; kültürel yaşama dair ayrıntılı birtakım olgular yanında kahramanın meşayihden biri olarak tanıtılması; yer yer müstehzi ve müstehcen ifadelerin kullanılması; halk ağzında yaygın olan atasözü ve deyimler ile zengin bir anlatım sunulmaktadır. Hikâyede Bedreddin ve Zehra’ya nispet edilen türküler -nadiren rastlanan fazla heceler dışında- kafiye ve ölçü bakımından oldukça başarılı koşma örnekleridir.
Öztelli’nin ihtiyatla telif tarihi olarak kaydettiği 1699 yılı, metindeki vaka zamanına ait değildir. Çünkü daha önce ifade edildiği üzere metinde vakanın Sultan Orhan devrinde geçtiği nakledilmiştir. Hikâyenin kadın kahramanı Zehra’nın koşmasında geçen bu tarihin tasnif ya da telif tarihi olduğunu iddia etmek de oldukça zordur. Ayrıca cöngün sonunda çeşitli şiir ve kasidelerin kayıtlı olduğu bölümdeki 1277 [1860] tarihi hikâye metninin de istinsah tarihini gösterebilir. Cönklerin farklı zamanlarda kaydedilen parçaların toplandığı mecmualar olduğunu düşünecek olursak 1860 yılının cönkteki bütün kayıtlara ait olup olmadığı kuşkuludur. Zira hikâye metninin ve tarih kaydı düşürülen parçaların yazı hususiyetleri de bunları farklı kişilerin yazdığı izlenimini vermektedir. Ayrıca metindeki geçiş formellerinde hem yazılı hem sözlü kültür üreticiliğini karşılayan ifadeler vardır. Metinde geçen *Bin yüz on birdir sene* [1699] ifadesi hikâyenin tasnif/telif tarihi olabilir. Ancak ilk yazıldığı fiziksel alan elimizdeki cönk olmasa gerektir. Zira 18. yüzyıl başlarının Anadolu Türkçesi hususiyetlerini çoğunlukla kapsamak ve muhafaza etmekle birlikte 19. yüzyıl ifade ve imlasını da örneklendirdiğini düşündüren kısımlar vardır. Dolayısıyla ihtimallerden biri metnin 1699 tasnif ya da telif tarihli olduğudur. Zayıf ihtimal, metnin cönk içinde bu tarihlerde yazıya geçirildiğidir. Diğer bir ihtimal ise cöngün isntinsah tarihinin en geç 1860 yılı olduğu ve söz konusu metnin 19. yüzyılda (1860 yılı veya öncesinde) yazıya geçirildiğidir.
Tarafımızdan ilk defa yeni harflere aktarılan ve Türkoloji bilimine armağan edilen bu metin bozuk bir imlayla yazılmıştır. Kelime, ek ve ifadelerin yazımında bir standart gözetilmemiştir. Metin yeni harflere aktarılırken metnin bağlamsal özelliklerini korumak adına metne mümkün mertebe müdahale edilmemeye özen gösterilmiştir. İkili ya da çoklu tercih ve kullanımlar, olduğu gibi okunarak aktarılmış, standart Türkiye Türkçesinde bugün çokça kullanılmadığı düşünülen kelime ya da ifadelerin anlamları ve varsa birtakım tasarruflar dipnotlarda gösterilmiştir. Kahraman tasvirleri, formeller, ata sözü-deyimler ve ara sözler eğik/italik olarak yazılmıştır. İki kısımdan oluşan kitabın ilk kısmında tarafımızdan yeni harflere aktarılan metin; ikinci kısmında ise araştırmacı, öğrenci ve ilgilileri için cönkteki metnin tıpkıbasımı verilmiştir.