Tükendi
Gelince Haber VerGünün ilk saatlerinde Halep Kalesi’nden bakıldığında henüz uykudan uyanmamış şehir, görkemli bir mezarlığa benzer. Kimi büyük, kimi küçük mezartaşlarını andıran yapıların arasında tek tük ağaç öbekleri... Sonra yine birbirine benzeyen taş binalar, taş konaklar… Bu yeknesaklığın içinde düzensiz aralıklarla baş kaldıran minareler... Her şey insan eliyle yapılmamışcasına ufukla, toprağın rengiyle, gökyüzüyle uyum içindedir. Sanki arzın bu noktasında hiçbir şey yok iken gökyüzünden bir taş düşmüş ve suya atılmışcasına halkalar oluşmuştur çevresinde. Her halka başka zamana ait...
Eskiden yeniye doğru yol yol açılıp genişler. Halep, zamanın binlerce yıl içinde taşa işlediği bir nakış gibidir. Var mıydı Halep?.. Hiç oldu mu öyle bir şehir?.. Yoksa anne rahmine düşmeden önce yaşayıp unuttuğumuz bir başka âlem gibi hayalden, kurgudan mı ibaretti? Var mıydı Halep? Sisin, toz bulutunun içinde belli belirsiz şekillenen zarif taş yapılar, cıvıl cıvıl kapalı çarşı ve görmüş geçirmiş camileriyle sabahın seherinde kımıldanıp canlanan, gün batınca yorgun bir aslan gibi hareketleri azalan, yatsı ezanıyla huzurlu bir uykuya teslim olan bu eski şehir hiç var oldu mu?