Tükendi
Gelince Haber VerKumları avucuma alıyor ve parmaklarımın arasında akıp gitmelerini izliyordum. Bir süre sonra kumun içinden çıkan kabuklar dikkatimi çekti. Dışı gri ve bej rengi içleri ise güneş ışığında harelenen beyaz renkli kabuklardı bunlar. Akşam dönerken ceplerim kumlardan çıkardığım ganimetlerle doluydu. Ertesi sabah bizimle gelmemiş olan dedeme gösterdim. Masanın üzerindeki deniz kabuklarını görünce bakışları değişti ve isimlerini sıralamaya başladı: midye kabuğu, deniz salyangozu, denizyıldızı. Kısacık bir an için çok mutlu olmuştu. O günden sonra ne zaman deniz kenarına gidilse dönerken yanımda hep deniz kabukları ve değişik renk ve şekillerde taşlar getirdim. Ceplerimdeki ganimet ile başlayan merakım zamanla koleksiyona dönüştü. Herkesin ilgi alanı zaman içinde değişebiliyor. Anahtarlık, oyuncak araba, pul koleksiyonu derken deniz kabuğu koleksiyonumun kim bilir hangi taşınma esnasında kayıplara karıştığını fark etmedim bile.
İnsan hatırlamaya başladı mı, kronolojik bir sıraya dizemiyor geçmişteki hallerini. Bazen bir çağrışım, bir isim, bir su birikintisi, bir çiçek gölgesi tetikliyor beyninin kıvrımları arasında avare dolanan anılarını. Hatıralarını yazmak isteyen birini büyük bir tehlike bekliyor. Yaşadıklarımızın üzerine zaman eklendikçe berraklıklarını yitirmeye başlıyorlar.
İlk yıllarda kısacık notlar halinde her yıl birer defter doldururken, iki binli yıllardan itibaren notlarımın uzun yazılara dönüştüğünü ve bir defterin yetmediğini gördüm. Günlük olaylar, filmler, müzik, kitaplar, geçmişe dair anımsadıklarımı sanki tanımadığım birinin yazdıkları gibi okudum. Sonuncuyu bitirdiğim zaman kim bilir nerede ve ne zaman kaybetmiş olduğum deniz kabuklarımın aslında hep elimin altında olduğunu anladım.”
Deniz Moralıgil