Tükendi
Gelince Haber VerHasretim şimdi eski bir Yalvaç evine…
Mevsimlerden yaz, aylardan haziran olsa. Koşup gitsem hasretime. Koşsam gül kokulu havasına. Çeksem içime nefes nefes o gül rayihalı havayı, avuçlasam gül kokulu toprağı.
Daracık sokakların birinden çocukluğum çıksa karşıma, dedem çıksa nur yüzüyle köşeden. Kalbim duracak gibi olsa. Kuş gibi çırpınan yüreğimin pıt pıtlarını duysam.
Kademe taş döşeli yollardan at arabalarının takırtısıyla erkenden uyanan kuş cıvıltılarını duysam. Yorgun köşe başlarında muhabbete dalan komşuların tatlı dil dedikodularına kulak kabartsam… Mahallede kim hasta, kim evleniyor, kim kimden borç istemiş, hangi evde akşam sesler yükselmiş de yine kaçmış huzurları bir bir duysam.
Hasretim şimdi eski bir Yalvaç evine…
Loş hayatların, serin avluların, yayvan merdivenlerle çıkılan hanayların, yan yana dizilmiş odaların sesini dinlesem. İkili kapılardan geçip yarım tebessümlü odalara girsem usulca. Ocağın başında bağdaş kurmuş Kadınana’yı, yüklük önünde homurdanan Huriye’yi kucaklasam.
Yüklük ne ki dediğinizi duyar gibiyim.
Yok artık yüklük, Bacabaşı da yok, kenarında yanan titrek alevli gaz lambası da yok şimdi. Ocaktaki küle sürülmüş yahut kuzine sobanın üstüne kurulmuş güğüm de yok. Oymalı raflara dizilmiş bakır tas ve tabaklar da yok. Eski huzur, eski sevinç, eski insanlar da yok. Sedirlere dizilmiş hasır yastıklara yaslanan misafirler, mis kokulu tereyağı, minareden yükselen ezan sesine kulak veren çocuklar yok.
Hasretim şimdi eski bir Yalvaç evine…
Hasretim!
HASRET…