Tükendi
Gelince Haber VerÖlüm, canlı bir organizmanın yaşamsal fonksiyonlarının sona ererek, görevini yapamaması sonucu bedensel yaşamın durması anlamına gelmektedir. Bunu, genellikle kalp atışının durması, organların iflası, nefes alamamak veya beyin faaliyetlerinin sonra ermesi şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu bağlamda ölüm, insan hayatının kaçınılmaz bir parçası olup, yaşamı daha anlamlı kılan unsurlardan biridir. Her birey, bu kavrama kendi bakış açısıyla yaklaşarak, ölümle kendisi arasında farklı duygularla ilişkiler kurabilir. Ölüm, insanlığın anlamaya çalıştığı en eski ve en evrensel konulardan birisi olmakla birlikte, farklı kültürler, dinler, mezhepler, ideolojiler ve hatta filozoflar nezdinde çeşitli düşünceler ve inançlar geliştirmiştir. Ölüm, insanların duygusal yaşamında pozitif veya negatif etkiler yaratan bir gerçekliktir. Sevilen birinin kaybedilmesi, derin bir üzüntü, yas ve kayıp duygusu yaratır. Bu süreç, insanları ölümü anlamlandırma arayışına yöneltir. Bu bağlamda insan, hayatın sonu olan ölümü ve sonrasındaki yaşamı düşünmeye, araştırmaya ve tartışmaya sürüklenir. Birçok felsefi ve dini öğretide, ölümün bir son değil, başka bir yaşam formuna geçiş olduğu belirtilmektedir. Başka bir ifadeyle ölüm sonrası inancı, kişiyi rehabilite eden bir mekanizma görevi görmektedir. Ölüm sonrası kaybedilen kişinin acı, yas ve kayıp süreci bireylerin duygusal olarak yeniden yapılanmalarını ve kayıplarıyla başa çıkmalarını sağlayan bir durumdur. Ölen kişiyi hatırlamak ise, insana yaşamın geçiciliğini ve ölüm gerçeğini hatırlamada önemli görev üstlenmektedir. Bu düşünce, hayatta neyin gerçekten önemli olduğunun sorgulaması için başka bir mekanizmadır. Son olarak ölen kişinin bir takım dini ve kültürel ritüellerle toprağa verilmesi, ardından cenaze ve anma töreni gibi seramonilerin yapılması toplumların ölümle olan ilişkisini şekillendirmede önemli bir vazifeyi ihya etmektedir. Ölüm olgusu, birçok insan için korkutucu bir son ve kişinin ölüm duygusuyla doğrudan ilintili bir kavramdır. Ölüm duygusu, bireyin ölüm olgusuyla yüzleşmesi sonucu yaşaması muhtemel korku, hüzün, kaygı, kabullenme, anlam arayışı ve kadere boyun eğme gibi çeşitli duygusal ve psikolojik tepkileri kapsayan bir sonuçtur. Hazırlıklı olsun veya olmasın çoğu insan için yıkıcı etkilere sebebiyet vermektedir. Yukarıda zikredilen unsurlar dindar kişilikler için dine, diğer tip insanlar için terapiye yönelmelerine yol açmaktadır.
Edebiyat, dil aracılığıyla insanın deneyimlerini, duygu ve düşüncelerini kişinin kendi penceresinden ifade eden sanatsal bir biçimdir. Yazılı ve sözlü olmak üzere iki ana kısma ayrılmaktadır. Edebiyat ayrıca nazım ve nesir olmak üzere iki temel kategoride ele alınmaktadır. Edebi bir metinde hayal gücü ve imgeler, sanatsal yaratıcılık, duygu ve düşüncenin net ifadesi, toplumsal yansıma gibi unsurlar çokça aranmaktadır. Edebiyatta insan, doğa, savaş, aşk, geçmiş ve gelecek tasavvuru ve yaşam ve ölüm gibi birçok konu başlığı bulunmaktadır.
Ölüm olgusunun edebiyata yansımasına gelince; yazar ve şairlere yüzyıllardır ilham kaynağı olmaya devam eden ölüm teması, insan denilen varlığın tanınmasında, varoluş, ölüm ve sonrasını anlamlandırmada ve toplum dinamiklerini anlamada önemli bir rol oynamaktadır. Ölüm teması, yazar veya şairlerin eserlerinde kendi duygusal deneyimleri, kültürel kökenleri, dini veya felsefi düşünceleri doğrultusunda ifade etmeye çalışılmıştır. Eserlerinde ölüm temasını işleyen yazar veya şair, ölümü anlama, ölümle başa çıkma, yaşamın değerini sorgulama veya kadere rıza gösterme gibi konuları sıkça ele almıştır.
Edebiyatın en etkili kısmı olan şiire gelince; şiir, dilin estetik ve ritmik özelliklerini kullanarak duygu, düşünce veya deneyimleri ifade eden bir edebi türdür. Şiir kelimesi sözlükte; düş gücüne, hayale, imgeye, gönle seslenen, anı, duygu, coşku uyandıran, etkileyen şey” anlamlarına gelmektedir. Spesifik bir terim olarak şiir, “Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan edebî anlatım biçimi; manzume, nazım” şeklinde tanımlanmaktadır . Bu bağlamda şair, kelimeleri ustaca seçip, ses, ritim, biçim ve imgeler aracılığıyla derin anlamlar oluşturan usta kişiliklerdir. Şiirin belirli bir kuralı olmamakla birlikte, hece, serbest şiir, gazel, rubai gibi yaygın türleri bulunmaktadır. Şiirin amacı, okuyucuya güçlü duygusal, estetik veya düşünsel deneyimler sunmaktır. Şair, kelimeleri seçerken dikkatlice düşünür ve imgelem ile sembolizm aracılığıyla okuyucunun zihnini etkiler. Bu bağlamda her şairin kendine özgü bir sesi ve tarzı olup, bizim göremediğimiz veya farkına varamadığımız küçük ayrıntılar şairlerin nezdinde büyük anlamlar taşıyabilir. Şiir, genellikle mecaz, tezat, aliterasyon, asonans ve diğer dil işlemleriyle zenginleştirilir. Şiirin etkili olabilmesi sadece kullanılan dil veya kafiye düzeni ile ölçülemez. Bununla birlikte duygusal derinlik, anlık ilham, içtenlik, armoni, güçlü imgeler ve metafor, anlam zenginliği, üslup, estetik ve tema seçimi gibi bir takım unsurlar da şiirin etkisini artıran diğer faktörlerdendir. İnsanoğlunun yazıya geçmesinden önceki bir dönemde ortaya çıkan şiir, farklı dönemlerde ve kültürlerde çeşitli şekillerde ortaya çıkmış olmakla beraber, temel hedef insanların duygusal ve düşünsel deneyimlerini ifade etmesini sağlamaktır. Şiir kelimesi Arapça kökenli bir kelime olup, Türkçedeki şuur ifadesi bu kökten türemiştir. Arapça sözlük anlamı “hissetmek, bilmek, idrak etmek” anlamına gelmekte olan bu kelime, terim olarak “Bir anlam ifade eden vezinli ve kafiyeli söz” şeklinde ifade edilmektedir.