Tükendi
Gelince Haber VerGenel kamu hukuku, toplumsal bir varlık olan insanın sosyal yaşamının ürünü olgular arasında “devlet” denilen en ileri ve yaygın toplumsal örgütlenmeyi konu edinmektedir. Devlet ise sosyal hayatta herkesi derinden etkileyen ve yakından ilgilendiren bir olgudur. Bu kadim olgu önemini günümüzde de korumaktadır.
Neden hukuk fakültelerinde genel kamu hukuku adı altında bir derse ihtiyaç var? sorusunun cevabı, kısaca hukusal analizi yapılmadan, çok yönlü bir olgu olan devletin tam olarak anlaşılamayacağıdır. Hukuki yöntem, aynı zamanda eksiksiz bir devlet analizinin de ön koşuludur. Çünkü devlet siyaset biliminden sosyoloji ve felsefeye birçok alanın konusu olsa bile hukuki bir kavram ve hukuki bir örgütlenmedir ve tam olarak yalnızca hukuki olarak açıklanabilir.
Öte yandan, devlet ve onunla ilişkili kavramlar anlaşılmadan onun içinde oluşan ve uygulanan hukukun da anlaşılması mümkün olmaz. Devlet ve hukuk birbirini besleyen ama aynı zamanda etkileyen birer faktördür. Bu açıdan hukuk öğrencileri için devleti anlamak ve tanımak, aynı zamanda iyi bir hukukçu olabilmenin de ön koşuludur. Diğer yandan farklı alanlarda yükseköğrenim görseler de devlette görev alacaklar ile kamusal aktivitelerde ve siyasette rol almayı amaçlayan herkes açısından devlet olgusunu çok çeşitli boyutlarıyla bütüncül bir şekilde anlamak ve kavramak mesleki başarıları için özellikle gereklidir.
Ülkemizde ilk olarak “umumi amme hukuku” adı altında ayrı bir disiplin ve ders olarak hukuk fakültelerinde öğretilmeye başlanmasından itibaren, genel kamu hukuku alanında, çok değerli eserler verilmiştir. Artık klasikleşen eserlerin yansıra son yıllarda bu alanda değerli bilim adamlarımızca yeni eserler yayımlandığını görmek de memnuniyet vericidir.
Bu kitabın çıkış noktası, hukuk fakültelerindeki genel kamu hukuku dersi çerçevesinde öğrencilerimize devlete ilişkin temel bilgileri çok boyutlu olarak karşılaştırmaya imkân verecek bir sistematik çerçevesinde vermek ve onlarda bu konuda hayat boyu sürecek bir ilgi ve farkındalık oluşturabilmektir. Gençlerimize, ünlü sosyolog ve düşünür Cemil Meriç’in şu sözünü daima hatırlarında tutmalarını öneririm: “Bilmek demek, karşılaştırmak, mukayese edebilmek demek.” Dolayısıyla hem Batı medeniyeti, hem kendi medeniyetimiz bünyesinde geliştirilmiş devlet teorilerini ve bunların teorisyenlerini tanımadıkça mukayese de mümkün olamayacağından sağlıklı bir devlet bilgisine de sahip olunamaz.
Kitabımızın içerik ve kapsamını belirlerken farklı ve özgün bir yöntem izledik. Önce girişte Batı’dan 20. yüzyılın ünlü ve özgün kamu hukukçusu Léon Duguit’ten, Doğu’dan ise 14. yüzyıl’da yaşamış ünlü kamu hukukçusu düşünür İbn Haldun’dan hukuk biliminin de bir parçasını oluşturduğu sosyal bilimlere ilişkin oldukça güncel yaklaşımlar içeren alıntılara yer verdik. İlk bölümde, genel kamu hukuku disiplinine ve dersine ilişkin açıklamalar yaptık. İzleyen bölümde günümüzdeki devlet olgusunu ve kurumunu genel çizgileriyle kavramayı sağlayacak olan modern devleti ele aldık. Bundan sonraki bölümlerde çağlara göre, belli başlı Batılı ve Müslüman devlet ve siyaset düşünürleri üzerinden devletin tarihsel ve teorik gelişimini inceledik. Tüm siyasal düşünürlerin görüşlerini aktarmak mümkün olmadığından devletin kaynağına ilişkin teorilere ayrı bir bölüm olarak yer verdik. Son olarak ise devlet iktidarının sınırlandırılmasına ve bu bağlamda insan haklarına değindik.
Çalışmamızda, devlet düşünürü de kabul edilen İbn Sina ve İbn Rüşd gibi Müslüman filozoflar ile bilginlerin yanısıra kamu hukukçusu olarak da öne çıkan Gazali ve Maverdi gibi bilginlere de yer verdik. Bunun yanı sıra Mevlana, Sadi Şirazi ve Abdurrahman Cami gibi bilge Müslüman düşünürlerin toplum, devlet ve adalet görüşlerini aktardık. Tursun Bey, Taşköprülüzade ve Kınalızâde gibi Osmanlı düşünürlerinin siyasî görüşlerine ve bu konudaki eserlerine de değindik. Ayrıca her çağ için ilgili bölümlerde, önemli düşünürler olarak gördüğümüz, ancak kitabımızda düşünce ve görüşlerini ayrıntılı olarak ele alamadığımız kimi düşünürlere ilişkin de kısa açıklamalar yaptık. Böylece okuyucunun Batı ve doğu devlet düşüncesinin ayrıştığı ve ortaklaştığı yönler ile karşılıklı etkileşimlerini gözlemleme imkânı bulabilmesini amaçladık. Okuyucunun fark edeceği gibi devlet adamları mekânı fethederken düşünürler ve bilgeler zamanı fethetmektedirler.
Müslüman devlet düşünürleri arasında 10 yüzyılda yaşayan Farabi ile 14. yüzyılda yaşayan İbn Haldun teorilerinin evrenselliği, özgünlüğü ve kendilerinden sonraki dönemlere etkileri ile öne çıkmaktadır. Bu tespitten hareketle, İslam siyaset düşüncesinin kurucu ismi sayılan Farabi’nin toplum, siyasal rejim, hukuk ve adalet teorilerine ayrıntı olarak ve İlk Çağ’ın en önemli devlet düşünürleri Platon ve Aristo’nun görüşleri ile karşılaştırmayı sağlayacak şekilde yer verdik.
İbn Haldun ise Batılı yazarlar tarafından ağırlıklı olarak evrensel bir tarihçi, sosyolog, tarih felsefecisi ve modern bir ekonomist gibi nitelendirmelerle anılsa da, devlet teorisi alanında da zirve bir kamu hukukçusudur. Meşhur eseri Mukaddime’nin üçte birini bilimsel ve sosyolojik bir yöntemle ele aldığı sosyal hayat, egemenlik, iktidar ve devlet ile bunlarla ilgili konulara ayırmıştır. Cemil Meriç “Umrandan Uygarlığa” adlı eserinde, “kendimize dönmek, bir manada İbn Haldun’a dönmektir. İnsanlık Mukaddimeyi yeni yeni keşfediyor” der. Ünlü tarihçi Toynbee’nin Mukaddime’deki tarih felsefesi açısından yaptığı tespit devlet teorisi açısından daha çok geçerlidir: “Mukaddimede’ki tarih felsefesi/ devlet teorisi, türünün en büyük eseri, şimdiye kadar, hiç bir ülkede, hiçbir çağda, hiçbir insan zekası böyle bir eser meydana getirmemiştir.”
Bu nedenle çalışmada ele aldığımız bütün başlıklara ilişkin İbn Haldun’un toplum, devlet, adalet ve insan hakları teorilerini de Mukaddime’den hareketle açıkladık. Mukaddime, adeta genel kamu hukuku, hukuk sosyolojisi ile hukuk ve adalet felsefesi alanlarında hukukçular açısından işletilmeyi ve yararlanılmayı bekleyen değerli bir cevherdir.
Çalışmayı bir ders kitabı olarak düşündüğümüz ve okunmasını kolaylaştırmayı amaçladığımız için mümkün olduğunca konuları özlü bir şekilde ele almaya ve sade bir dil kullanmaya çalıştık. Yine aynı nedenle, atıfları dipnot şeklinde değil de kitabın en sonunda son notlar olarak vermeyi tercih ettik.