Her insanın yaşayabileceği, sıradan bir ayrılık yaşamıyordu. Onun gözünde bu ayrılık, toprağın sudan ayrılması gibi bir şeydi. Nasıl ki toprak sudan ayrılınca çoraklaşıyorsa; ırmaklardan, derelerden ayrı kalan sular sararıp kokup bulanıp kapkara oluyorsa; ateş, ocağından ayrıldığında sönüp kül haline geliyorsa; ruhu da dostundan ayrı kalınca heyecanını yitirip acı içinde kıvranıyordu. Ayrılık acısını öylesine iyi biliyordu ki henüz böyle bir durumu yaşamadan önce, hayranlık duyduğu insana "Dünyada ayrılıktan daha acı bir şey yoktur. Bana ne yaparsan yap razıyım, şikâyet etmem. Fakat beni ayrılığa düşürme." diye korku içinde seslenmişti. Aradan geçen sürede korktuğu başına gelmiş, ayrılığın acı veren yüzü ile karşı karşıya kalmıştı.İki kanatlı dergâhın kapısının önüne geldiler. Kapının üstünde, "Bizim kapımız ümit kapısıdır. Nasılsan öyle gel!" yazıyordu. O an kapı açıldı. Jean Paul Sartre ve ona yol arkadaşlığı yapan Mevlana’nın göz bebeği Yusuf dergâhtan içeri girdiler. Bugüne kadar bu kapıdan binlerce kişi girip çıkmıştı. Ancak ilk kez bir filozof, hem de inkârcı düşünceleri ile bilinen varoluşçu biri, Sartre, ilâhi aşkın sabrını taşıyan dergâhla buluşuyordu. Bekleyiş son bulmuştu. Dergahın geniş avlusunda, kalabalığın en ortasında, gök ferace cübbesiyle Mevlana Celaleddin duruyordu. Bakışlar derinleşti. Jean Paul Sartre ve Mevlana Celaleddin karşılıklı birer adım attılar....13. yüzyılda yaşamış olan Mevlana Celaleddin ile 20. yüzyılda yaşamış olan Jean Paul Sartre’nin, iki insanlık devinin, doğaüstü buluşmasını anlatan sıradışı bir roman. Kalplerinizi açın, içinizdeki cehennemle yüzleşin...