Menü
Hesabım
Şifremi Unuttum
Kayıt Ol
Sepetim

Çağlayan Yılmaz Seti 11 Kitap

Üretici Liste Fiyatı
2.300,00 TL
1.495,00 TL
%35 İndirim
Kazancınız
805,00TL
Parapuan: 1495
Alışveriş listeme ekle

Tükendi

Gelince Haber Ver
Çağlayan Yılmaz Seti 11 Kitap
Türü : Tarihi Romanlar
Kapak : Ciltsiz
Sayfa Sayısı : 4134
ISBN : 6541236989638
Basım Yılı :
Kağıt Tipi : 2. Hamur
Satış Rakamları:1 adet satılmıştır.

YAFES’İN KILICI
328 sayfa
Türkler “Barak” derlerdi, kara tüylü köpeğe,
Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe.
Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı.
Onu da köpeklerin, atası sayarlardı.
Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi,
Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi.
Kuzey-batı Asya’da güya “İt-Barak” vardı,
Türklerse İç Asya’da, onlara uzaklardı.
Başları köpek imiş, vücutları insanmış,
Renkleriyse karaymış, sanki Kara Şeytanmış.
Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz imiş,
İlâç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz imiş. 
Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han yenilmişti,
Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti.
On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi.
Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi.
Oğuz bu bölgeleri, “Kıpçak-Beğ”e il verdi,
Bunun için Türkler de oraya “Kıpçak” derdi…
-Oğuz Kağan Destanı

ATALAR CENGİ
376 sayfa
Kutlu yolda ilerleyen korkusuz yiğitler, toprağı adımlarıyla titretti. Ay, gecelerine yol gösteren oldu. Tüm insanlık bu cengi bekledi. Üç taraf vardı: Gök Tanrı’nın orduları, Karanlık Ülke ve korkaklar!
Koca koca taşlardan yaptıkları saraylarına, kalelerine sinen krallar ve hanlar, kalabalık ordularına rağmen asla cesur olamadılar. Karanlık Ülke’ye karşı yürüyebilenler sadece tunç yürekli, çelik bilekli Türklerdi. Yeryüzünü karanlığa çevirmek, toprakları kanla sulamak isteyenlere karşı geceyi pusatlarının ışıltılarıyla aydınlattılar.
Onlar, içlerinde bozkırın vahşi kurdunu taşıyan, Gökbörü’nün yolunda ölüme yürüyenlerdi. Her şeyi ulusları, toprakları ve soyları için yaptılar. Gelecek, pusatlarının ucundaydı. Toprağa düşen her damla lanetlenmiş kan, acunun geleceğini aydınlatan bir meşale olacaktı!
Gök Tanrı’nın orduları, o gece, Tamu’nun pençelerine karşı cenk etti. Acunu dize getirenler, Karanlık’ın ordularını yok ettiler…

OZ’UN KALBİ MU KITASI
384 sayfa
Boğa olmasaydı, Oz uçsuz denizlerde nasıl hüküm sürerdi? Karanlık dalgaların arasına gizlenen kötülükten insanlarını nasıl korur, denizlerin acununa nasıl adalet getirirdi?
Börü olmasaydı, Oz nasıl iz sürer, kinini diri tutar ve intikamını alırdı? Uçsuz bucaksız topraklarda, kendi adaletini nasıl sağlardı?
Gök Geyik olmasaydı, Oz, bilgeliğe nasıl uzanırdı? Işığa nasıl yol gösterici ve insanlığa köprü olurdu?
Aslan olmasaydı, Oz nasıl en büyük olur, düşmanlarının yüreğine korku salardı. Kalbini; Ra-Mu’nun evi, Krallar Kralı’nın Şehri Şalmali’yi nasıl korur, yeryüzünde adaleti nasıl sağlardı?
Gök Çocukları, binlerce yıl yeryüzüne hâkim oldular. Kutsal Dörtlü (Oz Birliği), medeniyetin, sanatın ve refahın merkeziydi. Tüm topraklarda adaleti sağlayanlardı. Bir gün Mu’nun karşısındaki en büyük güç olan Atlantis, yüzyıllar önce yok olmuş Demir Yumruk Birliği’ni, küllerinden, Kuzey’in vahşi krallarıyla yeniden diriltti. 
Yeryüzünün seçebileceği iki taraf vardı; Mu ya da Atlantis!
Yedi kutsal güç tekrar savaş için kullanıldı. Tanrı’nın yolunda ilerleyenler, sapkınlara karşı en büyük savaşını verdiler. Kazananı olmayan savaşın sonunda milyonlarca insan ve medeniyet yok oldu!
Her şey, kalın bir sis perdesinin arkasına gizlenmiş gibi yok oldu!


GÖKKURT
400 sayfa
Aşinalar, diğer Türk boyları gibi Hun İmparatorluğu dağıldıktan sonra Juan Juanların boyunduruğuna girdiler. Gün geçtikçe güçlenen Aşinalar, Kağan Anakui’yi rahatsız etmeye başladığında umulmadık bir buyruk verdi. Kurtlar, karanlık kuyulara sürüklenmeye başladığında, devri değiştirecek bir ihtilalin ateşi yüreklerde parlayıverdi. Ulu Kara Dağ’ın ulularından, o kutlu günün haberi geldiğinde Gökkurt, işareti ufukta gördü. Başlarını göğe kaldırıp, kutlu bir kağanlık için, kanlarının son damlasına kadar durmayacaklarına ant içtiler. İki kardeş; Bumin ve İstemi… Kutlu bir kağanlık için! Adalet için! Türk için! Göktürk olmak için ölüme yürüdüler! Kutlu bir çağın kapıları, altın başlı gök bayrağın dalgalanışıyla başladı. Pusatı kanlı Börülerin; acı, kan ve kahramanlık dolu mücadelesi… Hiçbir ihtilal bu kadar kanlı ve efsanevi olmadı! Cesaret; Şekilsiz sert bir demirdir. Ruh ise ateştir. Cesaret ve ruh sana kılıcı verir. Damarlarında akan kan da, onu kullanabilme yeteneğini.


BÖRÜ 1
408 sayfa
Bir intikama kaç taht sığabilir?
Acılı parmaklarla yapılmış kaç gösterişli taç, burçlarından kan taşan sarayların pürüzsüz merdivenlerinden yuvarlanabilir?
Hayat Ağacının köklerinde filizlenen kötülük, acunun direğindeki çatlağı zorluyor. Sürek avı gibi insan avlayan canavarlaşmış kralların tahtları sallanıyor!
Kanının sesini dinleyen ve küllere gömülmüş iki hanedanlık, öç ateşiyle yanıp tutuşanları ordularında birleştiriyor.
Büyük mabedin (Göbeklitepe) ve Agarta’nın üstatları, hep bir ağızdan şu soruyu sordular; “O gün geldi mi? Gökyüzünün üç yılanın üzerine kan rengi uyanacağı zaman. Bakir kar örtüsünün taze kanla ısınıp ırmaklara karışacağı an. Rüzgârın şahit olacağı ateşten bir gazabın altından kumları darmadağın edip, taştan tanrılarına sarılan zavallıların yalvaracağı, öç ateşinin yakıldığı o gün geldi mi?
Beklenen cevap Börü Han’ın dudaklarından döküldü;
“Canavarlaşmış kralların yönettiği topraklarda öç, sadece katliamla alınabilir!”
Acun artık kurt ve aslanın pençeleri arasında…
Kandan ırmakların coşkulu sesine kulak verin!


BÖRÜ 2
416 sayfa
“Ey benim demirden dağlarım! 
Yağı külleri savurduğum kadim ormanlarım! 
Demirdağın tinleri geldi bu gece ateşimize! 
Ey Börüler! 
Uluyun… 
Parçalayın… 
Haykırın! 
Börüler ant içtiler yağı kanı akıtmaya! 
Ey Ulu Tengri, güç ver gökte doğan oğullarına!
Ey Toprak Ana, yol göster bize ulu kayın ağaçlarınla! 
Ey Çakay Han, aydınlat önümüzü,göğü aydınlatan gazap kırbaçlarınla! 
Ey Kızagan Tengri, ant içtik adına! 
Salınsın kara atlar, çıksın Erlik Han cenk meydanına!”
“Börü, arasına başka savaşçı sokmaz! Börü, karşısındaki ordunun sayısına bakmaz! Börü, dağların efendisi, karanlığın öfkesidir! Börü, her cenge sağ çıkmayacağını bilerek girer! İmkânsızı başarır, yağının kâbusu olur!
Börü olmak için hazır mısınız?”
Ağzında kan tadı varsa, bakışlarında sadece ölümün parıltısı vardır .


BÖRÜ 3
Kurt Yangını
336 sayfa
Ser üzerimize geceyi, 
Uğultumuz titretsin yürekleri!
Çek pusatlarını Çoga, 
Doldur kelleleri tamuya!
Vur baltanı Temir Tonka,
Taşsın cenk meydanı kanla!
Adımız göğe bir yükseldi. 
Sonumuz toprağa bir üflendi.
Kırk budaklı ulu çamın dokuz kolundaki tepeyiz,
Kartalların kanadındaki altın tüyün sahibiyiz!
Kayalar bizi haykırır, çağlayanlar adımızla coşar!
Toprak Ana, bizi adalet için akıttığımız kanla sarar!
Zirvelerden gelen rüzgârlar bize atalarımızı fısıldar!
Ey Ulu Tengri, yarılsın bastığımız toprak, aç gazap çukurlarını!
 Harlansın Tamu’nun katran karası kazanları!
“Ölümden hayat dilenmek, ahmakların işidir!”


BÖRÜ 4
Karanlığı Parçalayan
416 sayfa
Öyle bir öleceğiz ki; 
Canını aldığımız yağıların tinleri, tamunun kızıl göğünü çatırdatacak!
Öyle bir öleceğiz ki; 
Bizleri tanrının bahçelerine götüren tinler, acunda kalan bedenlerimize bakıp gözyaşı dökecek!
Öyle bir öleceğiz ki;
Bırakın soyların bizi hatırlamasını, gök bile unutmayacak!
Her çakında bir, karanlığa adımızı haykıracak,
Her yaşında bir zalimin usunda korkular yaratacak!
Öyle bir ölümsüzleşeceğiz ki;
Adalet için çıkan her pusatta zalim kanıyla uyanıp, her can alışta can bulacağız!
Öyle bir sevmiş olacağız ki;
Hatunlarımızın gözlerinde gökte parıldayan bir ışık,
Sevdiğimiz bozkır kızının ipek saçlarında bir rüzgâr,
Büyüttüğümüz balaların dudaklarında bir gülücük olarak kalacağız!
Gökte Doğanlar!
Hah!
Son kez… Ur-Ah!
Ur-Ah! Ur-ah! Ur-Ah!

“Küllerinden yeniden doğabiliyorsan, yaşıyorsun demektir!”

İTBARAK
Karanlık Dünya-1
318 sayfa
Türkler “Barak” derlerdi, kara tüylü köpeğe,
Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe.
Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı.
Onu da köpeklerin atası sayarlardı.
Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi,
Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi.
Kuzeybatı Asya’da güya “İt-Barak” vardı,
Türklerse İç Asya’da, onlara uzaklardı.
Başları köpek imiş, vücutları insanmış,
Renkleriyse karaymış, sanki kara şeytanmış.
Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz imiş,
İlaç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz imiş.
Destanda denilmiş ki, Oğuz Han yenilmişti,
Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti.
On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi.
Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi.
Oğuz bu bölgeleri, “Kıpçak-Beğ”e il verdi,
Bunun için Türkler de, oraya “Kıpçak” derdi…
Oğuz Kağan Destanı

BÖKE
Alamut’un Fethi
448 sayfa
Gökler, yıldızları birer ateş parçası gibi gecenin karanlığına saçtı…
İki asır boyunca dünyanın kanına bulanmış hançerler, son kez havaya kalktı!
Demirden bir kasırga, kör bir kâhinin rüyalarında kumları yaktı.
Türklerin kehaneti, fethin kartalını göklere havalandırdı!
Batu Han’ın Türk çocuklarından oluşturduğu özel birliğin görevi neydi?
Türklere ait Altın Kitap’ta ne yazıyordu?
Moğolların ve Türklerin yaratılış satırlarında saklı olan büyük hesaplaşma neydi?
Hasan Sabbah ile gücünün zirvesine ulaşan, iki asır boyunca dünyaya korku salan fedailer yuvası Alamut Kalesi ve fedailerinin yok oluş hikâyesidir.
Bu…
Sahte cennetin, cehennem gecesidir!

CANAVAR
Çoga’nın Hikayesi
304 sayfa
Zifir acunu örttüğünde,
Dişlerimde kalan intikam sızısını hiç unutmadım...
Kırılan kemiklerim, yalnızlığımın çatırdayan kalkanıydı.
Karanlığın yalnızlığı, en büyük canavarları doğurur.
Ve... Ben doğdum!
Kaç ölüm gördün Çoga?
İçindeki yalnızlıkta kaç hâlini gömdün?
Durduğun, korktuğun yetmedi mi?
Beni o canavara siz dönüştürdünüz!
İçindeki canavarı ortaya çıkar!

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.