20. yüzyılın başında, başta emperyalizm olgusu olmak üzere dönemi belirleyen değişimler yeni bir tarihsel bağlam yaratmış ve sonuçta solda ayrışmalara, yeni tür partilerin doğuşuna yol açmıştı. Benzer çapta bir değişim, Soğuk Savaş’la birlikte esaslı bir politik yeniden mevzilenmeyi gündeme getirdi. Bu süreçte patlak veren 68 devrimi tayin edici olmasa da, geniş ölçüde ideolojik-teorik evreni değiştirdi. Ama hiç bir tarihsel dönemeç, 1980 ve 90’lı yıllar kadar Marksizmle onu eylem klavuzu olarak seçenler arasında ve sosyalizmle toplum arasında yeni bir ilişkinin zorunluluğunu bu denli dayatmadı. Evvelki dönemeçler temel olarak politik stratejilerde değişimi gündeme getiriyordu. Ne var ki içinde bulunduğumuz tarihsel eşik 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçiş gibi, bir yüzyıl çevrimini değil, ortaya çıkan bütün tezahürleriyle bir çağın kapanışını ifade etmektedir. Bu nedenle, ancak bir çağdönümü ile nitelenebilecek bu eşik, yalnızca politikayı ve onun genel mevzilenişini değil, politikanın ait olduğu paradigmayı da değişime uğratmaktadır. Daha kapsayıcı bir ifadeyle söylemek gerekirse, insanlık büyük bir tarihsel kopuşa aydınlanmanın ufkunu aşamamış sosyalizm deneylerinden de kopuşuyor.