Tükendi
Gelince Haber VerMilletler, mensup olduğu medeniyetin şekillendirdiği kültürleri ile ayakta kalır. Gelenekle de zaman içinde kendini yeniler. Kültür milletin ruhudur. Her yeni nesil selefleri olan ecdadının tecrübeleri sayesinde varlığını idame ettirebilir. Şifahî ve kitabî kültürün hanesinde yazılı olan her bir nesne varlık davasında bir can suyudur. Bu bakımdan her kültür mahsulünü nisyandan azade kılıp irfanımızın naif numuneleri beyanında tevarüs edip meraklılarına takdim etmek pek asil bir mesai olarak önümüzde durmaktadır. Osmanlı Türkiye’sinin dillere destan güzelliğe sahip son şehri Yozgat, yüksek bir kültürle birlikte muazzam bir tarihî dokuya sahipti(r). Yozgat’ta sohbet meclisleri, Osmanlı bakıyyesi büyüklerin, örflü kocaların, sırlı ariflerin, Yozgat Efendisi diye ihtiramla tabir olunan çelebilerin varlıkları ile bereketli ve bahtlı bir saltanattı. Hayatın hem baharını hem hazanını görenlerin, güzel görüp güzel eyleyenlerin açtıkları her fasılda ayrı bir letafet vardı. Latife latifti. Her şeyin yerince olduğu demlerdi. Biz tekke, medrese, konak selamlıkları ve köy odalarında gönül dokuyan yüksek bir kültürün, kuşaktan kuşağa aktarılan şifahi kültür hazinelerinin sohbet meclislerindeki haşmetinin son demlerine yetiştik. Hatıralarını derin bir ihtiram ile daima andıklarımın anlattıkları, vaktiyle yaşanan fakat bugün merak edilen bir tarihin bilgi kırıntıları idi. Nazarımda çok değerli olan bu bilgiler, tarihin büyük çerçevesi içinde geniş bir yer kaplamasa da, mahallî hafızaya ait hazinelerdi ama nisyana muhataptı. Bu bakımdan, aile büyüklerimin teşvikiyle, erken yaşlardan itibaren bulundurulduğum sohbet meclislerinde can kulağı ile dinlediklerimi, merak saikiyle gördüklerimi, bir kuyumcu titizliği ile olmasa da, yazı ile kayıt altına almaya hep gayret ettik. Bir külliyat-ı letâif olan işbu eser, böylesi bir safahatta biriken ama uzun zamandır bekleyen şifahî kültür mahsulatından bir kısmının kisve-i tab’a büründürülmesiyle ortaya çıktı.