Ben kütüphanemi inşa etmedim, kütüphanem beni inşa etti.
2023 Kasım ayında Mümin Bey'i ve Gamze Hanım'ı İstanbul Yolu şubemizde ağırladık. Keyifli bir söyleşi ve imza etkinliğinin ardından yazarlarımızla röportaj yapma fırsatı buldum. Okurların güzel ilgisi sayesinde yoğun geçen günün ardından ne Mümin Bey'de ne de Gamze Hanım'da yorgunluktan eser yoktu. Tüm sorularıma büyük bir içtenlikle cevap verdiler. Gamze Cizreli röportajını yayımladık. Şimdi sıra Mümin Sekman’da! Röportaja geçmeden önce "Mümin Sekman kimdir?" sorusuna kısa bir cevap vermek istiyorum.
Mümin Sekman, 1975 yılında İstanbul Bakırköy'de doğmuştur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur fakat hukuk alanında kariyer yapmamıştır. "Başarı konusundaki toplumun kayıtsızlığına tepki olarak doğdum." diyen yazar, başarılı insanları incelemiş ve sıfırdan zirveye yükselme modelleri geliştirmiştir. Öğrendiklerini, geliştirdiklerini başarılı olmak isteyenlere anlatmayı meslek edinmiştir. Türkiye'de "kişisel gelişim uzmanı" ünvanını kullanan ilk kişidir.
Mimin Sekman, 100 binden fazla insana seminer vermiş ve 25 yılda 20'den fazla kitap yazmıştır. Yeni eserler üretmeye devam etmektedir. En ünlü kitaplarından Her Şey Seninle Başlar, 1 milyon 300 bin baskıya ulaşarak türünde Türkiye rekoru kırmıştır.
Mümin Bey ile çocukluk yılları, etkilendiği yazarlar ve kitaplar, kişisel gelişim ile tanışması ve yazarlık serüveni hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Sohbetimizin sonunda ise kendisinden gençler için güzel tavsiyeler aldım. Sizi sohbetimize eşlik etmeye davet ediyorum.
Ev ve aile ile ilgili çok fazla bilgim yok. Çünkü kısa süre sonra her şey ters yüz oldu. Belki de benim hayatımın kırılma noktalarından ve beni bugün olduğum insana dönüştüren şeylerden biri, bir buçuk yaşındayken babam öldü. Ben tabii bunu bir travma olarak algılamadım. Çünkü zaten baba algım oluşmadığı için bende bir yoksunluk, eksiklik, kayıp duygusu oluşmadı. Ama kız kardeşim benden 2 yaş büyüktü ve daha fazla etkilendi. Hayatımız bir anda ipi kopmuş uçurtma gibi sürüklenmeye başladı. İstanbul dışına taşındık.
“Gölgede yaşayanın gölgesi olmaz.” ya da “Ağaç altında ağaç yetişmez.” kurallarını düşünüyorum. Erken yaşta babamın ölmüş olması beni yaşımdan büyük bir sorumluluk bilincine taşıdı. Biyolojik yaşımla akıl yaşım arasındaki makas açılmaya başladı. Bu nedenle yaşıtlarımla anlaşamadım, arkadaşlarım hep benden beş yaş daha büyüktü. Kısacası bugünkü beni oluşturan faktörlerden biri İstanbul’da doğmam ve sonrasında babamı erken yaşta kaybetmemin geliştirdiği erken aydınlanma, zorunluluktan gelen sorumluluk bilinci.
Belki korumaya çalışırken bir insanın kurutulması gibi bir durum da söz konusu olabilir. Baba figürü varsa, ben korunuyorum dersen o zaman belki erken gelişim olmuyor. Standart gelişim oluyor. Kişinin babası korumayı da temsil ettiği için o olmadığı zaman kişi içsel güçlerine daha fazla odaklanıyor.
Hayattaki güçlere üç boyutlu bakabiliriz. İlki yukarıdaki güçler. Dua edersin ama tüm duaların olmayabilir. On tane şey istiyorsun sekizi oluyor ikisi olmuyor. Sonra her şeyi yukarıya ihale ederek kurtulamayacağını anlıyorsun. Yandakilerden yani akrabalardan, arkadaşlardan bir şeyler beklemeye başlıyorsun. Çünkü küçüksün ve ihtiyaçların var. Fakat onlardan da olmuyor. Yukarıdan ve yanlardan bir şey bulamayınca geriye bakacağın tek bir yer kalıyor o da için. İçine dönüyorsun ve bir tek şey düşünüyorsun: “Her şey benimde başlayacak ya da her şey burada bitecek.”.
Her Şey Benimle Başlar kitabını değil ama o içgörüyü, sezgiyi, farkındalığı ortaokuldayken yaşamıştım. Dışarıdan beklediğim hiçbir şey gerçekleşmeyince içimdeki güçlere döndüm ve okuldan başka elimde tutunacak hiçbir dalım olmadığını gördüm. Hepimiz bir tutunma noktası arıyoruz. Benim tutunma noktam da eğitimdi. “Her şey benimle başlar ama eğitimin gücüyle yükselirsin” gibi bir fikri izleyerek buraya kadar geldim. Hayal kırıklığı da yaşamadım.
Bugün de Milli Eğitim beni bir şeye çağırdığı zaman ücret almadan gidiyorum. Hayatım boyunca devlet okullarında ücretsiz okuduğum için ücret almayı kendime hak görmüyorum. Borcumu ödemek için yapıyorum.
İnsanlara hep şunu söylüyorum “Acını akılla işlemeyi öğrenmek durumundasın.” Öğrenilmiş çaresizlik terimini araştırırken Martin Seligman’ın araştırmalarında da gördüm ki art arda başarısızlık yaşayan insanlar öğrenilmiş çaresizlik duygusu yaşıyorlar. Ne yaparsam yapayım başarısız olacağım diye kendilerini etiketliyorlar. Bu kişilerin duyguları köreliyor, duygusal olarak nasırlaşmaya başlıyorlar. Tutkuları köreliyor, hiçbir şey istememeye başlıyorlar. Üçüncüsü ise bu kişilerin aklı zayıflıyor. Seri halde uzun süre başarısız olan insanların tabiri caizse IQ'su düşmeye başlıyor. Çünkü beyin otomatik pilota atılıyor ve düşünme bırakılıyor. Yani başarısızlık insanı beyninden vuruyor. Bunun tek çözümü var o da acıyı akılla işlemek. Acı verici olaylar olacak. Eğer onu akılla işlersen Nietzsche’nin dediği gibi “Seni öldürmeyen, seni büyüten” bir şeye dönüşür. Eğer akılla işlemezsen de tam tersine akılını uyuşturup kalıcı bir başarısızlığa çeviriyor.
Hiç sınıfta kalmadım ama sınıf birincisi de değildim. Teşekkürle geçen iyi bir öğrenciydim.
Ben de birçok öğrenci gibi dönem dönem farklı mesleklere ilgi duydum. Zaman içerisinde televizyonda gördüğüm büyük yargıçların yakalarından çok etkilenmeye başladım. Bir de dedemin dedesi de Osmanlı Dönemi’nde kadıydı. Her ailenin ilk kez bir şeyi yapmış olan bir kahramanı vardır. Bence onlar da bir olimpiyat şampiyonu kadar başarılıdır. İlk üniversiteyi okuyan, ilk yurt dışına çıkan… Bizim ailemizin kahramanı da kadılık yapmış olan dedemin dedesiydi. Hem bu kahramanın hem de televizyonda gördüğüm yakaların etkisiyle hukukçu olmaya karar verdim.
Ankara Hukuk bilinçli tercih ettiğim bir yerdi. Hukuk fakültesine gerçekten hâkim olmak için girdim. Hiçbir zaman avukatlık, savcılık gibi şeyler düşünmedim. Biraz da genetik olarak bir şeylere 360 derece bakmayı severim. Yargıçlık bunun için uygundu ama daha sonra kişisel gelişim alanına yöneldim.
Ben sonradan okur diyebileceğimiz biriyim. Çocukken çok fazla okuyabileceğim bir imkânım yoktu. Entelektüel ekosistemin içinde değildim. Benim hayatımın okumayla ilişkisi üniversite sınavında başladı. Düz lisenin fen kolunda okudum, üniversite sınavını kazanmam için deli gibi ders çalışmam lazımdı. Ya asılacağım ve kayda değer başarı kazanacağım ya da boş vereceğim ve kendimi bırakacağım. O yol ayrımında hayatımı değiştiren bir farkındalık yaşadım. TED konuşmamda da söyledim “Ünvan maçına çıktığın anda başarının bedelini bir dönem ödemezsen başaramamanın bedelini bir ömür boyu ödersin.” İşte bunu fark ettikten sonra dedim ki “Başaramazsam ömür boyu büyük bir bedel ödeyeceğim. Başarırsam bir yıl o bedeli ödeyeceğim ama ömür boyu onun ödülünü alacağım.” Çalışmaya başladım ama bir yılda -gerçekten Türk filmi gibi hani saçları falan ağarır ya- günde en az 10 saat ders çalıştım. Gözüm 0’dan 2 numaraya yükseldi. Düz bir lisenin fen kolundan mezun olup Ankara Hukuk kazandım. Ondan sonra da nasıl bir öğrenme açlığıysa beynim bir daha durmadı. Kitap yok diye test sorularındaki paragraf sorularını okudum.
Yıllar içinde tabii yazarlıkla beraber okumak, düşünmek, yazmak profesyonel bir beceri setine dönüştü. En son taşınırken saydım o yüzden rahatça söyleyebiliyorum şu an 4 bine yakın kitabım var. Bunların yaklaşık 2 bini okundu. Yani şunu söylüyorum "Ben kütüphanemi inşa etmedim, kütüphanem beni inşa etti."
Kitap okuma politikası olarak kendime her seneyi bir şey yılı ilan ettim. Bu da benim için çok iyi bir yöntem oldu. Diyelim ki bu sene davranışsal genetik yılı. Davranışsal genetik üzerine kitaplar okuyorum. Gelecek sene antropoloji yılı, öbür sene nöroloji yılı. Her seneyi böyle bir şey yılı ilan ettim ve o alanla ilgili 10 civarında ders kitabı, en iyi akademik araştırmaları özetleyen popüler bilim kitabı ve alanın en duayen isminin otobiyografisini okudum. Böylece disiplinler arası düşünmeyi öğrendim. Geniş beyinli olmayı öğrendim. Bunun çok faydalarını gördüm.
Söylediğim gibi okumaya üniversite döneminde başladım. Francis Bacon'ın Denemeler kitabı beni çok etkilemişti. Ağır sıklet entelektüel bir adam. O da hukukçu ve sonradan bilim alanına geçmiş. Modern bilimin kurucu babalarından. Onun Denemeler kitabındaki düşünme ve dil becerisi çok ilgimi çekmişti. Su sızdırmaz bir mantık yürütme biçimi ve fit bir anlatımı vardı. Kafasının içinde ne kadar büyük bir beyin var diye düşünmeme neden olmuştu.
Sağlık sınırlarımı zorlayacak şekilde okuduğum Cemil Meriç’in Bu Ülke kitabını da hiç unutmuyorum. Beni baya bir baştan çıkarmıştı. İnanılmaz renkli, parlak, sıkı fikirler ve fit bir dil. Neredeyse bir kelimesini bile çıkaramazsın. "Havarilerini yaratamayan İsa'nın yeri tımarhanedir, tarih değil" , "İdeolojiler idrakimize giydirilen deli gömleğidir." gibi bütün bu cümleleri okuduğumda direkt etkilenmiştim. Hiç unutmuyorum yazın sıcağında oturup okudum okudum 5-6 saat kalkmamışım. Sıcak havada uzun süre oturmaktan pat diye burnum kanadı. İlk kez kitap okumaktan ölünebileceğini düşünmüştüm.
Üslubumu ilk oluşturma dönemimde şu üçünün çok ciddi katkısı oldu: Cemil Meriç, Schopenhauer ve Nietzsche. Üçünün ilginç bir bileşimini yapmıştım. Hukuk öğrencisiyim ve Schopenhauer’ı okuyorum. Düşünme yeteneği çok iyi ama dil yeteneği Nietzsche kadar değil. Nietzsche'nin dil yeteneği çok iyi, zırh delen cümleler kurabiliyor ama onun da düşünceleri çok eklektik. "Schopenhauer gibi düşün Nietzsche gibi yaz.” diye bir ilke belirlemiştim kendime.
Bu ikisinin bir araya geldiği insan da Cemil Meriç. Hem çok rasyonel bir düşünce hem sistematiği var hem de çok fit bir dili var. Türkiye’den çıkmış olması da ayrıca bir güzellik. Şöhret hırsı, servet hırsı, kudret hırsı, hikmet hırsı gibi hırs tipleri vardır. Bu adamda hikmet hırsı çok yüksek. Her şeyi anlamak, bilmek, çözmek istiyor. O yıllarda kültürel ikonumdu.
Sıfırdan zirveye gelen ve orada kalan insanların bunu nasıl yaptığına dair bir araştırma yapılmasının iyi olacağını düşünüyordum. Okulda aramızda konuştuğumuz şeylerden biri buydu. Sonra bunu yapan olmayınca ben yapayım diye düşünmeye başladım. Amerikalı girişimciler genelde okulu 2. sınıfta bırakırlar ya benim de 2. sınıfta aklıma geldi. Ama okulu bırakmadım ben. Mesleğimi yapmayacağımı bile bile okulu bitirdim, diplomamı aldım.
Başarılı insanları inceleyip, nasıl başarılı olduklarını öğrenip bunları kitap ve seminer yoluyla anlatayım dedim. Seminerde az sayıda insana ulaşabiliyorsunuz. Ama kitabın sizin olmadığınız yerlerde de bunu anlatma şansı var. Bu nedenle kitap yazmayı düşündüm. Hem o zaman kişisel gelişimle ilgili kitaplar da çok azdı. Anlatmak istediğim konularla ilgili önerebileceğim kitap yoktu. Kalkıp yazdım. Bu nedenle erken yazdım. 21 yaşında yazdım 22 yaşında çıktı. Bugün baktığım zaman o kitap yıllar içerisinde 180 bin okumaya ulaştı.
Dünyada her zaman şöyle bir şey vardır: Bir işin önce öncüleri çıkar ve onlar idealist bir duyguyla bir şeyleri yaparlar. Sonra o alan büyürse, başarılı olursa, makbul hale gelirse o alana başka insanlar da girer. Bunların içinden bazıları yetenekli ve ilgilidir. Gerçekten o alanı daha da büyütürler. Bazıları da o alana sırf yararlanmak için girer. Yağmur nereye yağıyorsa kovasını oraya götüren insanlar.
Kişisel gelişim alanında da evet gereksiz çok insan oldu, bir sürü gereksiz kitap çıktı. Ama emin olun bu her alanda böyle. Baklavacılarda da böyle kahvecilerde de böyle. İnsanların girişim özgürlüğü beraberinde bunu getiriyor. Hatırladığım kadarıyla 2001 yılında 5 bin kitap çıkıyordu. 2011 yılında 45 bin kitap çıkmaya başladı. Şimdi 70 bin kitap çıkıyor. Bu kadar çok olan şeyde kalite de az olabilir. Dolayısıyla artık bilinçli okur olmak gerekiyor. Hayranlık duygularıyla değil kriterler, filtreler belirleyip doğru seçimler yapmak gerekiyor.
Cemil Meriç'in Bu Ülkesi’ni öneririm. Eric Hoffer'ın Kesin İnançlılar kitabını mutlaka öneririm. Beni en çok etkilemiş 10 kitaptan biridir. Yılda bir döne döne okurum. Her okuyuşumda yeni bir katmanı açılıyor.
80-20 Kuralı diye bir kitap var. Güçlü olarak bakış açımı yapılandıran kitaplardan. Çünkü başarı 80/20 kuralına göre dağılır. Ömrünüzün %20’sinde başarınızın %80’ini gerçekleştirirsiniz. Toplumdaki nüfusun %20’si başarının %80’ini gerçekleştirir. Kitapların %20’si satışın %80’ini oluşturur. 80/20 bir doğa yasası gibidir yani.
Bacon'ın Denemeler'i ve Montaigne’in Denemeler’i de beni çok etkilemişti. Bunları da öneririm. Montaigne’in Denemeler’i entelektüel, edebi bir damak tadı kazandırması yönüyle çok etkili.
Bizim alanımız içerisinde de Ömer Rıza Doğrul’un çevirdiği Dale Carnegie'nin Söz Söylemek ve İş Başarmak Sanatı’da benim kişisel gelişimci olma yolunda erken dönem okuduğum kitaplardan biriydi. Türkiye’de zaten o vardı. Onu da Mehmet Akif’in damadı Ömer Rıza Doğrul çevirmiş. Hatta bu kitap Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da okuduğu hitabet kitabıdır.
Gençlerin içinde iyimserler var, kötümserler var, ortada olanlar var. Kötümser olan grup muhtemelen sosyal psikologların bolluk paradoksu dediği şeyi yaşıyor. Çok fazla seçenek olunca hangisini seçsem diye insanlar bir kaygı yaşamaya başlıyorlar. Eskiden diyelim ki biri gömlekçinin çocuğu olarak doğmuşsa ve gömlekçi olacaksa onun seçim yapma şansı olmadığı için kariyer anksiyetesi yaşamıyor. Buna karşılık şu an doğan gencin önünde çok fazla seçenek olduğu için hangisini seçersem doğru karar vermiş olurum diye düşünmeye başlıyor.
20’li yaşlar kurucu kararların alındığı dönem. Sosyal psikologlara göre şu 3 kararı alıyoruz: İş, eş, şehir seçimi. Bu üç karar diğer kararların da temeli oluyor. Bu kadar seçeneğin içinde doğru seçimi yapabilecek miyim? diye bir korku ve kaygı yaşanıyor.
İnandığım birtakım şeyler var. Bunlardan biri şu: Bir işi en iyi bilen, en iyi yapabilen, en iyi yapar diye bilinen sen ol. Değer görmek istiyorsak önce hayata değer katmamız gerekiyor. Bir iş seç, o iş her neyse onu iyi yap. İşini iyi yapan insanların hayatta açta ya da açıkta kalacağına inanmıyorum. Çünkü dünyanın başarılı insanlara ihtiyacı var. Berber misin? Önce mahallenin en iyisi ol. Sonra ilçenin en iyisi olmaya çalış. Sonra ilin ve olabiliyorsa ülkenin en iyisi olmaya çalış.
İç dünyanın nasıl çalıştığını öğrenmekte de yarar var. Değerlerimiz var, düşüncelerimiz var, duygularımız var, tutumlarımız var, içimizde saatin dişleri gibi birbirine geçmiş halde çalışan mekanizmalar var. Bunu bilmiyoruz. O içsel zeka denilen, içimizdeki mekanizmaların çalışma biçimini öğrenirsek onu yönetebiliriz. Eğer ki biz yönetemezsek o bizi yönetiyor zaten. Duygularımız, düşüncelerimiz kendiliğinden çıkıyor. Eğer biz bunu öğrenip yönetirsek, onu kontrol edip başarı ve mutluluk için kullanabiliriz.
İçsel parçaların her biri için ayrı ayrı kitap okunabilir. Duyguları anlamak ve yönetmek için bir şey okunabilir. Değerlerle ilgili okuma yapılabilir. Tutumlarla ilgili, iç konuşmayla ilgili, düşüncelerle ilgili bir şeyler okunabilir. Yani içimizdeki o parçalar her neyse kitapçılara gidip bunlarla ilgili doğru kitapları seçerek ve sonrasında internetten doğru videoları izleyerek öğrenilebilir.
İçimizdeki parçaları basamak basamak hızlıca özetlemek gerekirse en altta bellek vardır yani hafızamız. Hafızamızdaki başarı hikayeleri, başarısızlık hikayeleri. Zihinsel arşiv kayıtlarımızda neler var? Belleğin bir üstünde değerler bulunur. Değerler bizim için neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösterir. Neyi sevip sevmeyeceğimizi belirler. Değerlerin bir üstünde inançlar. Başarılı olmak öğrenilebilir de bir inanç öğrenilemez de bir inanç. İnançların ötesine geldiğimiz zaman tutumlar devreye giriyor. İçe mi dönüksün dışa mı? Tutumların bir üstü düşünceler. Gün içinde aklından geçen düşünceler neler? Odak mesela önemli bir nokta. Neye odaklanmayı seçiyorsun? Sonra duygular. Gün içinde hangi duygular içinde daha çok oluşuyor? Hangisini besliyorsun? Bunlarla bağlantılı iç konuşmalar. Kendine ne söylüyorsun? Neyi çok tekrarlıyorsun? Neyi çok tekrarlamıyorsun? Kendine bir uluslararası şampiyonun koçu gibi mi davranıyorsun yoksa sabotajcı gibi mi davranıyorsun?
Son olarak şunu söyleyeyim iç konuşmada benim yapmayı önerdiğim şey şu: Eğer ülkenin olimpiyata giden genç bir sporcusu için kura çekilseydi. Kura sonucunda sporcuya koçluk yapma görevi size verilseydi onunla nasıl konuşurdunuz? Ona "Aman bu dünyada hiçbir şey yapmaya değmez." mi derdiniz? İşte onunla nasıl konuşacaksak kendimizle de öyle konuşursak ihtiyacımız olan iç dili, başarı dilini, iç diskuru, iç söylem tasarımını yapmış olacağız.
Röportaj: Elif Yıldız
İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, alıntı yapılamaz.