Merhaba. Asıl bu keyifli röportaj için ben teşekkür ederim. 1999 yılında İstanbul'da doğdum. İstanbul Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümü öğrencisiyim. Küçüklükten beri en büyük hayalim Kuzey Işıklarını görmek. En büyük korkumsa karanlık ve yalnızlık.
Dürüst olmak gerekirse yazar olmak gibi bir hedefim yoktu benim. Sadece küçük yaşlarımdan beri beni takip eden, yazma ve okumaya olan sevgim vardı. Yaklaşık 16 yaşlarımda, yazdıklarımı internet üzerinden insanlarla paylaşmaya karar verdim ve bir bakmışım buradayım.
Aslında yazma tutkumu bir süre çok az kişiyle paylaştı. Zamanla, yayınevleri tarafından keşfedildikten sonra çevremdeki insanların durumdan haberi oldu. O saatten sonra desteklerini elbette hissettim ama bir nevi en büyük destekçim, kendimdim.
Oldum olası samimi bir insanım. Karşımdaki insan, kompleksleri olan veya kendini üstün gören biri değilse onunla birkaç dakikada arkadaş olabiliyorum. Bu özelliğim, imzalarla birlikte daha da arttı. Çünkü beni seven insanlar o kadar uzak yollardan geliyor ki, onlarla konuşmaya can atıyorum. Onlar da sağ olsunlar, yaklaşımımı görünce aynı şekilde yaklaşıyorlar.
Tek bir cümleyle özetlenebilir aslında: Samimi olması. Düşman Okullar'ı okuyan insanlar o yaş grubundaki gençlerin çocuksuluğunu, aşklarını ve dostluklarını çok derinden hissedebiliyor. Sanırım bunu bu kadar iyi yansıtabilmemin nedeni, kitabı yazdığım dönemde o yaş grubunda olmam. Öte yandan birçok insan Düşman Okullar'daki gibi dostluğun hayalini kuruyor. Zaten bu serideki amacım aşkı değil, dostluğu hissettirmekti.
Ölüler Konuşamaz, konusundan dolayı polisiye roman zannediliyor ama değil aslında. Birçok konunun harmanlanmış hâli.. 2005 senesinde on sekiz yaşında Gökçe adlı bir kızın kayboluşu, 2016 senesinde ise bu kayboluştaki sır perdesinin aralanışını konu alıyor. Kitap 2005 ve 2016 olmak üzere iki farklı zamanda geçiyor. Bu da okuyucuyu kendine çekiyor. Her bölüm çözülen ve atılan yeni düğümlere bakarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki: Kitaptaki tek gizem Gökçe'nin kayboluşu değil. İnanın, gördüğünüzü sandığınız şey, aslında gerçeğin kendisi olmayabilir.
Dilara Keskin, yazmayı asla bırakmayacak çünkü bırakırsa nefes alamaz. Eğer yirmi yıl sonra yazma hevesimi kaybedecek kadar kötü şeyler yaşarsam, o zaman farklı alanlara yönelebilirim belki ama şu an için bunu düşünmek bile korku verici.
Bu soruya hiç ''Şu yazar'' diye cevap veremem normalde çünkü her yazarın beni etkilediği yönler, hissettirdiği duygular farklı. Fakat son zamanlarda sanırım Dan Brown'ı örnek aldığımı söyleyebilirim. Bazı kesimlerce gerçeği yansıtmadığı düşüncesi yüzünden sevilmez ama o kadar inandırıcı yazıyor ki, emin olduğu gerçekleri bile sorgulatıyor insana. Sanırım ben de böyle, okuyucunun aklını başından alan bir yazar olmak isterdim.
Asıl ben teşekkür ederim, en büyük dileğim şu sıkıntılı günlerin bir an önce geçmesi. Kitaplara olan ilginizden dolayı hepinize minnettarım. Beni seven okurlarıma, destekleyen takipçilerime sonsuz teşekkürler. Kendinize iyi bakın. Sağlıklı günler!
Röportaj: İlker ABAY