Tarih sahnesi birçok askeri deha ve devlet adamı ayak izlerini taşır. Ancak bu iki vasfın bir arada tek kişide var olması nadirdir. Mustafa Kemal Atatürk bu nadir insanlardan biridir. Bu nedenle ansiklopediler arasında bir kült olan Encyclopaedia Britannica onu "Seçkin bir Türk askeri, reformcu ve devlet adamı" olarak tanımlar.
Atatürk 1881 yılında doğduğunda, bir zamanlar "süper güç" olarak bilinen Osmanlı İmparatorluğu çöküş ve parçalanma dönemine girmişti. 600 yılı aşkın bir süre Avrupa, Asya ve Afrika'yı hakimiyeti altına alan bu imparatorluk 18. yüzyıldan itibaren zayıflamaya başlamıştı. Fransız tarihçi Fernand Grenard, Osmanlı'nın kuruluş ve yükseliş dönemini “İnsanlık tarihinin en büyük ve en hayrete değer olaylarından biri” olarak nitelendirir. 15. ve 16. yüzyıllarda 10 parlak padişahın yönetiminde sürdürülen imparatorluk Viyana'dan Bağdat'a, Kafkaslar'dan Cezayir'e uzanan geniş bir coğrafyayı kaplamıştır. Fakat zamanla iç ve dış etkenler nedeniyle zayıflayarak “Avrupa'nın Hasta Adamı” olarak anılmaya başlamıştır.
Osmanlı ordusu I. Dünya Savaşı'nda sayı ve silah bakımından üstün düşmanlarına karşı Çanakkale, Kafkasya, Irak ve Suriye gibi cephelerde kahramanca savaşmıştır. Bununla birlikte ne yazık ki tüm bu fedakârlıklara rağmen imparatorluk yenilmekten kurtulamamış ve 1922'de tarih sahnesinden silinmiştir. Atatürk hayatının büyük bir kısmını (38 yıl) çökmekte olan bir imparatorluğun içinde geçirmiş ve kazandığı askeri zaferlerle ulusal bir kahraman hâline gelmiştir. Türk halkı üzerinde büyük bir prestij kazanan Atatürk ulusun umut ışığı olmuş, umutsuzluk içindeki ulusu yönlendiren bir öndere dönüşmüş ve modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına öncülük etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk sadece mesleğinin gerektirdiği şekilde davranmış başarılı bir komutan değildir. Askeri dehasını defalarca kez kanıtlamış seçkin bir liderdir. Bu görüş sadece Türk tarihçileri tarafından değil tanınmış Alman profesör Jâescke gibi yabancı akademisyenler tarafından da kabul edilmektedir. Jâescke, Atatürk'ü “Doğuştan Asker” ve “Yaratılıştan Komutan” olarak nitelendirmiştir.
Atatürk'ün askeri dehası Çanakkale Muharebeleri'nde en açık şekilde ortaya çıkmıştır. 25 Nisan 1915'te Anzak kuvvetlerinin Arıburnu'ndaki ilerleyişini durdurarak onları dar bir sahile sıkıştırması, muharebenin dönüm noktalarından biridir. 9 Ağustos'ta ise 9. İngiliz Kolordusu'nu bozguna uğratarak ve Conkbayırı'nda parlak bir karşı taarruz düzenleyerek Çanakkale Boğazı'nın hakimiyetini ele geçirmiştir. Bu zaferler, sadece bir tümen komutanının girişimiyle kazanılmış olması açısından da tarihte nadir rastlanan bir başarıdır. “Bir tümen komutanının üç ayrı yerde kendi insiyatifi ile giriştiği hareketlerle bir savaşın ve hatta bir ulusun kaderini değiştirecek yücelikte bir zafer kazandığı, tarihte pek az görülür”. Bu dikkate değer sözler, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale Harekâtı ile ilgili resmi İngiliz Harp Tarihinde yer alır. O, kalabalık asker fotoğrafları içindeki herhangi bir subay da olabilirdi. Mustafa Kemal’in dehasını ortaya çıkaran en önemli unsur onun aldığı eğitimler ve kendini bu uğurda durmaksızın yetiştirmesidir.
Atatürk’ün çocukluk dönemi incelendiğinde küçük yaştan beri asker olmak istediği görülmektedir. Bu güçlü isteği ve azmi sayesinde okul yıllarında ön plana çıkan bir çocuk olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk askerlik eğitimini ve daha öncesinde okuduğu okulları sırasıyla aşağıda bulabilirsiniz:
Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim hayatının tamamlanmasıyla başlayan ordu yaşamı boyunca aldığı rütbeler ve tarihleri kronolojik olarak şöyledir:
Miralay, Osmanlı Devleti'nin son dönemi ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında kullanılan mirliva ile kaymakam (kaim-makam) rütbeleri arasındadır. Osmanlı ordusunda miralay rütbesi, deneyimli ve yetenekli subaylardan seçilen bir rütbeydi. Bu rütbede görev alan subaylar, savaş stratejilerini belirleme, askeri birliklerin eğitimini organize etme ve disiplinini sağlama gibi kritik görevleri üstlenirlerdi. Aynı zamanda, savaş dönemlerinde askerlerin moralini yüksek tutma ve liderlik becerilerini kullanma yeteneğine de sahip olmaları gerekirdi. Rütbelerdeki değişiklikler ve bugünkü sınıflandırma 21 Mayıs 1938 tarih ve 3387 sayılı Kanun ile uygulanmıştır. Asker rütbeleri ve sınıflandırmaları bu kanunla günümüzdeki uygulanır haline getirilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk de 27 Kasım 1911 tarihinde Miralay rütbesine sahip olmuştur. Bu rütbeye sahip olduğunda Türk - İtalyan Savaşı olarak da adlandırılan Trablusgarp Savaşı’na katılmak üzere bu bölgeye gitmekteydi. Trablusgarp Savaşı öncesinde İstanbul’da Genelkurmay’da Birinci Şubeye tayin edilmesine rağmen bu görevine başlamayan Mustafa Kemal, savaşın ilan edildiği gün olan 29 Eylül 1911’de Trablusgarp Fırkası kurmaylığına atanır. Onun bölgeyi tanıması ve yetenekleri, bu göreve atanmasında etkili olmuştur. Mustafa Kemal 15 Ekim günü arkadaşları Ömer Naci ve Yakup Cemil’le birlikte Mısır üzerinden Trablusgarp’a gitmek üzere İstanbul’dan “Mustafa Şerif” takma ismiyle yola çıkar. Bir süre sonra Mısır’a ulaşan Mustafa Kemal bu yolculuk sırasında, 27 Kasım 1911 tarihinde binbaşılık rütbesine yükseltilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin son dönümünde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında kullanılan bu rütbe, miralay ve binbaşı arasında yer alır. Günümüz rütbelerinden yarbay ile denk olan rütbe, 26 Kasım 1934 tarihli ve 2590 sayılı Kanun’un üçüncü maddesi gereğince iptal edilmiştir. Osmanlı ordusundaki “Kaymakam” rütbesi aslında “Kaim-makam” olarak kullanılır ve “Yerine bakan” anlamına gelir. Bu terim İngilizce ve Fransızcadaki “Lieu-tenant colonel” (albayın yerine bakan) anlamını karşılar. Bu rütbedeki subaylar da alay komutanı yokken yerlerine vekalet etmektedir.
Mustafa Kemal Paşa’nın yarbay rütbesini alması Sofya Ataşemiliterliği görevinden hemen sonraya denk gelir. Atatürk bu bölgede geçirdiği süre boyunca Bulgaristan ve diğer Balkan ülkelerinin askerî ve siyasî durumlarını, ordularının eğitim, silah ve kuvvet durumu ile harp yeteneklerini yakından tanıma fırsatı bulur. Düzenli ödenek gelmemesine rağmen zor şartlar altında yürüttüğü görevi esnasında, 1 Mart 1914 tarihinde yarbay rütbesine terfi ettirilmiştir.
Klasik Osmanlı ordusu dönemlerinde alay komutanlarına “Alaybeyi” ismi verilirdi. 19 ve 20. yüzyılda ise bu rütbe “Miralay” olarak adlandırılmıştır. Bu rütbe günümüzdeki “Albay” rütbesinden farklı görevlendirilmelere sahiptir. Günümüzde TSK tarafından verilen rütbe ve görevlendirilmelerin dışında miralay rütbesi birden fazla alayın komutasıyla görevlendirilmektedir. Her bir müstakil alayın komutası ise kaymakam rütbesindeki komutanlara verilmiştir. Mustafa Kemal 1915 yılında albay rütbesine terfi ettirilmiştir.
1915 yılı Ocak ayında Sofya'da görev yapan Mustafa Kemal, Avrupa'yı kasıp kavuran Birinci Dünya Savaşı'nın gelişmelerini yakından takip etmektedir. Osmanlı'nın İttifak Devletleri saflarında savaşa dahil olmasıyla birlikte, cephede aktif bir rol alma arzusu da gün geçtikçe güçlenir. Atatürk’ün ısrarcı tavırları sonucunda Tekirdağ'da kurulacak 19. Tümen Komutanlığı'na atanması gerçekleşir. Gelibolu'da 5. Ordu'nun başına Alman General Liman von Sanders getirilmiştir. Sanders, olası bir düşman taarruzuna karşı tedbirli davranarak birlikleri üç gruba ayırır. Mustafa Kemal'in komutasındaki kuvvetler de ordu ihtiyatına dâhil edilir ve 18 Nisan 1915'te Bigalı köyüne doğru yola koyulurlar. 25 Nisan 1915'te beklenen çıkarma gerçekleşir ve Gazi Mustafa Kemal birliklerini Conkbayırı'na sevk eder. Atatürk'ün liderliğindeki Türk askerleri, İngiliz kuvvetlerine karşı amansız bir direniş göstererek onları geri çekilmeye zorlar. Bu tarihi zafer, sadece bir muharebe değil, aynı zamanda Türk milletinin azim ve kararlılığının da bir sembolü haline gelmiştir. Bu üstün başarı Mustafa Kemal’in 1 Haziran 1915'te Albaylığa terfi etmesine de vesile olmuştur.
Mirliva rütbesi ferik ve miralay rütbeleri arasında yer almaktadır. Mirliva, günümüzdeki tuğgeneral rütbesine karşılık gelmektedir. Bu rütbe klasik zamanlardaki “Sancak Beyi” ve “Emir” rütbesine karşılık gelmektedir. Mirliva rütbesine ulaşan subaylar “Paşa” unvanına da sahip olmaktadır. Mirliva kelimesi mir ve liva kelimelerinin birleşimi ile oluşturulmuştur. Bu rütbedeki subaylar günümüzde tugay veya tümene karşılık gelen askeri birimleri yönetmekle görevlendirilmiştir. Mirliva rütbesi, 26 Kasım 1934 tarihli 2590 sayılı Lâkap ve Unvanların Kaldırılması Hakkındaki Kanun'un üçüncü maddesi gereğince iptal edilmiştir.
Mustafa Kemal’in Mirliva rütbesi alması 1 Nisan 1916 tarihinde gerçekleşir. Çanakkale’de üstün başarı göstermiş olan M. Kemal kamuoyunda tanınmış, halkın sevgisi ve güvenini kazanmıştır. Halk onu “Anafartalar Kahramanı” olarak isimlendirmiş ve böyle bilmeye başlamıştır. Çanakkale’deki kahramanlıklarının ardından Edirne ve Diyarbakır’da görev alan Atatürk Doğu Cephesi’ndeki Rus saldırılarını durdurma başarısından hemen önce bu rütbeye yükseltilmiştir. Gazi M. Kemal, Doğu Cephesi’nden sonra 7 Ağustos’ta Muş’u, 8 Ağustos’ta da Bitlis’i düşman işgalinden kurtarmıştır.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında kullanılan askeri rütbelerden olan “Ferik” rütbesinin günümüzdeki karşılığı “Tümgeneral”dir. Kelime Arapça “ferîk” kökünden türemekte ve “bölük, grup” anlamına gelmektedir. Bu kelime Osmanlı devletinde bir askeri birlik komutanı ifadesi için kullanılmıştır.
Mustafa Kemal, Hicaz Kuvve-i Seferiye Komutanlığı’nın kaldırılması üzerine vekaleten 2. Ordu komutanlığına atanmıştır. 2. Ordu Komutanlığı nerede sorusunun yanıtını Diyarbakır olarak vermek mümkündür. Atatürk’ün bu atamasının silsilesi olarak o bölgedeki ordunun komutanı Ahmet İzzet Paşa da “Kafkas Orduları Grubu” komutanlığına atanır. M. Kemal’in orduyu komuta edebilmesi için rütbesinin tümgeneral olması gerekmektedir. Bu nedenle rütbesi tümgeneralliğe yükseltilir.
En yüksek askeri rütbe “Mareşal”dir. Bu rütbenin Türk Deniz Kuvvetleri’nde karşılığı "Büyükamiral" şeklindedir. Kıdem ve bekleme ile kazanılmakta ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce ilgili kanunlar ışığında verilmektedir. Savaşta üstün yararlılık sağlayan subaylar mareşal rütbesine hak kazanmaktadır. Türkiye Cumhuriyet tarihi boyunca bu rütbeyi kazanmış sadece iki komutan vardır. O komutanlar: Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa
Mustafa Kemal Atatürk’e Sakarya Meydan Savaşı'nın başarıya ulaşması sonrasında, 19 Eylül 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Mareşal rütbesi ve Gazi ünvanı verilmiştir. Mustafa Kemal'in Sakarya Meydan Muharebesi’nde bilinen tüm askeri stratejileri alt üst eden bir taktiği vardı. Bu taktik şudur: “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanınızdaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur.”.
Harp Akademisi'nden yüzbaşı ünvanını alarak mezun olan Atatürk’ün ilk görev yeri Şam’daki 5. Ordu’dur. Atatürk 5 Şubat 1905 tarihinde 5. Ordu, 30. Süvari Alayına tayin edilir. 10 Şubat günü İstanbul’dan ayrılarak aynı ay sonunda Şam’a ulaşır. 13 Ekim 1907 tarihine dek bu görevde kalır.
Mustafa Kemal’in ilk görev yeri olan Şam nerede sorusunun yanıtını “Suriye” olarak vermek mümkündür. Atatürk burada göreve başladığı dönem Osmanlı Devleti’nin en çalkantılı yıllarıdır. Atatürk görev süresi boyunca Suriye’nin birçok bölgesinde yerel halkı ve askerleri yakından gözlemleme fırsatı bulmuştur. Bununla birlikte o ve arkadaşları içinde bulundukları sancılı süreçle ilgili çözüm yolları aramışlar, bu amaçla ilk görev yerinde Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Ancak Mustafa Kemal bu coğrafyanın beklenen çalışma ortamı için uygun olmadığını düşünerek Cemiyeti Selanik’te canlandırarak yaymaya karar vermiştir. Gizlice Selanik’e gelerek Cemiyetin bir şubesini burada kurmuş ve aydın, ileri görüşlü subaylarla örgütlenme çalışmasına başlamıştır. Atatürk’ün ilk görev yeri neresidir sorusunun yanı sıra ülke için ilk örgütlü hareketinin de başladığı yer olarak Şam’ı söylemek mümkündür.
Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri başarıları eğitim hayatından itibaren, aldığı notlar ve derecelerle kendini göstermeye başlamıştır. Hem askerlik hem de siyasi yaşamında emperyalizme karşı verdiği ilk mücadelenin Trablusgarp Savaşı olduğunu söylemek mümkündür. Trablusgarp nerede sorusunun yanıtı Şam’da olan bu bölgenin coğrafi konumunun Osmanlı için önemini de kapsar. Mustafa Kemal asker resmi ve fotoğrafları arasında da sıkça yer alan Trablusgarp’a olan ilgisi II. Meşrutiyet ilanına kadar uzanmaktadır. Atatürk, Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilanından sonra Trablusgarp’taki huzursuzlukları yatıştırmak ve halkı bilinçlendirmek için İttihatçılar tarafından bu bölgeye gönderilmiştir. M. Kemal 1908 Aralık ayından itibaren 2 ay boyunca burada kalarak bölgeyle ilgili bilgiler edinmiştir. İtalyanların Osmanlılara savaş açtığı 29 Eylül 1911 tarihinde Trablusgarp Fırkası kurmaylığı görevine atanır. Bölgeye Mustafa Şerif takma adıyla gider. Yolculuk esnasında, 27 Kasım 1911 tarihinde binbaşılık rütbesine yükseltilir. İtalyanlara karşı ilk mücadeleyi 22 Aralık 1911 günü Tobruk’ta gerçekleştirir. İtalyanlara karşı saldırıya geçerek işgalci güçlere kayıplar verdirir. Daha sonra Derne bölgesindeki Şark Gönüllü Kumandanlığı görevine getirilir. Buradaki savaşçıları eğiterek İtalya’ya karşı mücadelede önemli bir güce dönüştürmeyi başarır.
Mustafa Kemal Atatürk hangi savaşlara katılmıştır? Mustafa Kemal ilk askeri başarısını hangi savaşta elde etmiştir gibi soruların yanıtlarına geçmeden önce katıldığı savaşların kronolojik bir listesini aşağıda görebilirsiniz:
Balkan Savaşları, 1912 ve 1913 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu ile Balkan Birliği arasında gerçekleşen iki ardışık çatışmadan oluşur. Bu savaşlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki topraklarının büyük bir kısmını kaybetmesine yol açarak, imparatorluğun zayıflamasında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Savaşın çıkış nedeni, Balkanlardaki milliyetçilik akımlarının yükselişi ve Osmanlı hâkimiyetinden bağımsızlık kazanma isteğidir. Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ ve Yunanistan'dan oluşan Balkan Birliği, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı birleşerek savaş ilan etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, o dönemde bir subay olarak Balkan Savaşları'nda görev almıştır. Atatürk, özellikle Çanakkale ve Edirne cephesindeki savunma harekâtlarında önemli roller üstlenmiş, askeri yetenekleri ve liderliği ile dikkat çekmiştir. Savaşın en çetin geçtiği anlarda dahi, Atatürk'ün stratejik düşünce yapısı ve askerler üzerindeki etkileyici liderliği, onun gelecekteki askeri ve siyasi kariyerinin temellerini atmıştır.
Savaşın ilerleyişi, Osmanlı İmparatorluğu için pek de umut verici olmamıştır. Balkan Birliği’nin beklenenden daha güçlü ve koordineli hareket etmesi, Osmanlı kuvvetlerini zor durumda bırakmıştır. Birinci Balkan Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük toprak kayıplarıyla sonuçlanmış, Edirne hariç, Avrupa'daki tüm topraklarını kaybetmiştir. Ancak Edirne, İkinci Balkan Savaşı'nda Bulgaristan'ın diğer müttefiklere karşı açgözlülüğü sonucu Osmanlı tarafından geri alınmıştır.
Balkan Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde yaşanan toprak kayıplarını hızlandırmış ve imparatorluğun çöküşünü hızlandıran önemli bir faktör olmuştur. Aynı zamanda, Mustafa Kemal Atatürk'ün liderlik özellikleri gelişiminde kritik bir rol oynamıştır. Bu deneyimler, Atatürk'ün I. Dünya Savaşı'ndaki başarılarına ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Balkan Savaşları, aynı zamanda modern Balkan devletlerinin sınırlarının çizilmesinde ve bölgesel kimliklerin şekillenmesinde önemli bir etken olmuştur. Askeri lider olarak Atatürk hangi özelliklere sahiptir sorusunun yanıtını da bu ve sonraki savaşlarda bulmak mümkündür.
Atatürk bu savaşı şöyle değerlendirmiştir: “Balkan Savaşı, Türk ordusunun katıldığı bir savaş değildir. Bu bambaşka bir şeydi, bir bozgundu; fakat Türk ordusunun bozgunu değildi. Hayır, hiç değil, bu, Türkiye’deki eskinin yıkılması, Türk ordusunun başındaki bilgisiz kumanda heyetinin geri çekilmesiydi. Balkan kuvvetleri, bu savaşın sonuçlarını, o dönemde Türkiye’ye hâkim olan şahısların bilgisizliğine borçludur”.
1. Dünya Savaşı, küresel bir çatışmadır ve Ortadoğu'da derin izler bırakmıştır. Bu çerçevede, Suriye ve Filistin Cephesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun İtilaf Devletleri ile giriştiği stratejik mücadelelerden biriydi. 1918'e kadar süren bu cephe, savaşın sonucunu ve bölgenin siyasi haritasını önemli ölçüde etkilemiştir.
Savaşın bu cephesindeki çatışmalar, İtilaf Devletleri'nin, özellikle de İngilizlerin, Ortadoğu'daki Osmanlı topraklarını ele geçirme çabalarıyla başlamıştır. Bu hedef, İngilizler için hem stratejik hem de ekonomik öneme sahipti çünkü bölge, petrol gibi kaynaklar açısından zengindi ve Hindistan'a giden yol üzerinde yer alıyordu. İngilizler, Arapları Osmanlı'ya karşı ayaklandırmak ve böylece Osmanlı kuvvetlerini zayıflatmak için Arap isyanını desteklemeye başladı.
Savaşın ilerleyişi, özellikle 1917 ve 1918 yıllarında, İngiliz kuvvetlerinin ve onlarla ittifak halindeki Arap isyancıların, önemli zaferler kazanmasıyla şekillenmiştir. Bu dönemde, General Allenby'nin komutasındaki İngiliz kuvvetleri, Filistin ve Suriye üzerinden ilerleyerek, önemli şehirleri ele geçirmiştir. 1917'de Yafa ve Gazze'nin düşüşü, ardından 1918'de Şam'ın ele geçirilmesi, Osmanlı savunmasının çöküşünü hızlandırmıştır.
Savaşın bu cephesi, 1918 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun Mondros Mütarekesini imzalaması ve savaştan çekilmesiyle sona ermiştir. Bu sonuç bölgede Osmanlı hakimiyetinin sona ermesi ve İngiliz ile Fransız mandalarının kurulması anlamına gelmiştir. Suriye ve Filistin Cephesi, Arap milliyetçiliğinin yükselişi, modern Ortadoğu'nun şekillenmesi ve bölgedeki uzun süreli çatışmaların kökenleri açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Bu cephe, aynı zamanda, ulusal kimliklerin ve sınırların yeniden tanımlandığı, karmaşık ve çalkantılı bir dönemin başlangıcını işaret etmektedir.
1. Dünya Savaşı'nın en kritik mücadelelerinden olan Çanakkale Savaşları veya Batı kaynaklarındaki adıyla Gelibolu Savaşları, dünya tarihinde önemli bir yere sahiptir çünkü birçok açıdan dönüm noktası olmuştur. İtilaf Devletleri'nin "yenilmez armada" imajını yıkmış, Türkler için millî motivasyon ve moral kaynağı olmuştur. Savaşın çıkış nedeni, İtilaf Devletleri'nin Osmanlı İmparatorluğu'nu savaş dışı bırakarak, Rusya'ya yardım ulaştırmak ve İstanbul'a ulaşarak Osmanlı'yı teslim almaktı. Ancak bu hedeflerine ulaşmak sandıkları kadar kolay olmayacaktı.
Çanakkale Savaşlarında Mustafa Kemal Atatürk'ün rolü, Türk tarihindeki en parlak sayfalardan birini teşkil eder. O dönemde yarbay olan Atatürk, Çanakkale'de gösterdiği liderlik ve askeri deha ile dikkat çekmiş, böylelikle tarihteki en önemli asker ve tarihte dünya liderleri arasında yer almıştır. 1914'te deniz mücadelesi ile başlayan Çanakkale Savaşları, 1915'te İtilaf birliklerinin Gelibolu’ya çıkarma yapmaları ile kara savaşları dönemine geçmiştir. Savaşın en kritik anında Atatürk'ün askerleri “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” sözleriyle komuta ederek cesaretlendirdiği ve düşmanın ilerleyişini durdurduğu anlar tarihe geçmiştir. Atatürk'ün bu ve benzeri kararları, savaşın seyrini değiştiren önemli faktörlerden biri olmuştur.
Savaşın ilerleyişi, İtilaf Devletleri'nin beklediği gibi olmamıştır. Osmanlı savunması, beklenmedik bir direnç göstermiş ve Gelibolu Yarımadası'nı geçilmez kılmıştır. Savaş boyunca, her iki taraf da ağır kayıplar vermiş; ancak İtilaf Devletleri'nin umduğu stratejik avantaj sağlanamamıştır.
Savaş, 1916 yılının başlarında İtilaf Devletleri'nin başarısız bir şekilde Gelibolu'yu terk etmesiyle sonuçlanmıştır. Bu, Osmanlı İmparatorluğu için büyük bir zafer olarak kabul edilmiştir. Çanakkale Savaşı, Mustafa Kemal Atatürk'ün ulusal kahraman olarak öne çıkmasını sağlamış ve sonraki yıllarda Türk milletinin bağımsızlık mücadelesine ilham kaynağı olmuştur.
Türk Kurtuluş Savaşı, 1919-1923 yılları arasında, Osmanlı İmparatorluğu'nun İtilaf Devletleri tarafından işgaline karşı Türk halkının ülke bütünlüğünü korumak için verdiği bağımsızlık mücadelesidir. İstiklal mücadelemizin başlangıcı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihidir.
Savaşın çıkış noktası, İtilaf Devletleri'nin Anadolu'yu işgal etmeye başlaması ve Sevr Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarının büyük bir kısmını kaybetme tehdidi altında olmasıdır. Bu durum, Anadolu'da milli bir direniş hareketinin doğmasına neden olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, bu hareketin önderi olarak ortaya çıkmış ve milli mücadeleyi yönetmiştir.
Atatürk liderliği 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak başlattığı milli mücadelede bir güneş gibi parlar ve tüm yurda yayılır. Bu süreçte, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti gibi yerel direniş grupları birleştirilmiş, Erzurum ve Sivas kongreleri ile milli birlik sağlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) 23 Nisan 1920'de açılmasıyla, milli egemenlik ilan edilmiş ve işgal kuvvetlerine karşı bağımsızlık savaşı resmen başlamıştır.
Kurtuluş Savaşı, bir dizi askeri zaferle ilerlemiştir. Batı Cephesi'nde Yunan kuvvetlerine karşı kazanılan Büyük Taarruz, savaşın dönüm noktasıdır. 26 Ağustos 1922'de başlayan bu taarruz, 30 Ağustos'ta Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile zirveye ulaşmış ve Yunan kuvvetleri yenilgiye uğratılmıştır. Türk kuvvetlerinin İzmir'e girişi ile savaş fiilen sona ermiş, Mudanya Mütarekesi ve ardından Lozan Antlaşması ile Türkiye'nin bağımsızlığı uluslararası alanda tanınmıştır.
Türk Kurtuluş Savaşı, Atatürk'ün önderliğinde Türk milletinin azim ve kararlılığıyla kazanılmıştır. Bu savaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu mümkün kılan, milli egemenlik ve bağımsızlık ideallerinin zaferidir. Aynı zamanda modern Türkiye'nin temellerinin atıldığı, ulusal kimliğin ve devlet yapısının yeniden şekillendirildiği dönemdir.
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri, Türk Kurtuluş Savaşı'nın kritik evrelerinden birini oluşturur ve 10-24 Temmuz 1921 tarihleri arasında gerçekleşmiştir. Bu çatışmalar, Yunan kuvvetlerinin Anadolu'da derinlemesine bir ilerleme yaparak Ankara'yı tehdit etmeye başladığı bir dönemde meydana gelmiştir. Türk ordusunun karşılaştığı bu büyük tehdit, Kurtuluş Savaşı'nın seyrini etkileyebilecek potansiyele sahipti.
Muharebelerin başlangıcı, Yunan kuvvetlerinin Kütahya ve Eskişehir yönlerinde geniş çaplı bir taarruz başlatmasıyla olmuştur. Bu taarruz, Türk savunma hatlarını zor durumda bırakmış ve Türk kuvvetlerini geri çekilmeye zorlamıştır. Ancak, bu geri çekilme stratejik bir hamle olarak planlanmış, Türk ordusu savunma hatlarını daha güçlü bir şekilde yeniden düzenleme fırsatı bulmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üst düzey komutanları, bu zorlu dönemde büyük bir liderlik sergileyerek, askerler arasında moral ve motivasyonu yüksek tutmayı başarmışlardır. Atatürk'ün bu muharebelerdeki stratejisi, düşmanın ilerleyişini yavaşlatmak ve Türk kuvvetlerine yeniden toparlanma ve karşı taarruz için zaman kazandırmak üzerine kurulmuştu.
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri, Türk ordusunun geri çekilmesiyle sonuçlansa da, bu durum Türk milletinin direniş azmini kıramamış, aksine Kurtuluş Savaşı'nın devamında daha stratejik hareket edilmesine olanak sağlamıştır. Bu muharebeler, Sakarya Meydan Muharebesi'ne giden yolda önemli bir tecrübe olmuş ve Türk ordusunun sonraki zaferlerinin temelini atmıştır. Kütahya ve Eskişehir'de yaşananlar, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesindeki kararlılığını ve vatan sevgisini bir kez daha göstermiştir.
Sakarya Meydan Muharebesi, Türk Kurtuluş Savaşı'nın kaderini belirleyen çetin ve uzun süren bir savaştır. 23 Ağustos - 13 Eylül 1921 tarihleri arasında gerçekleşen bu muharebe, Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri liderlik yeteneğinin ve stratejik zekasının altını çizmiştir. Atatürk, Türk ordusunun başkomutanı olarak savaşın her aşamasında doğrudan rol almış ve Türk milletinin bağımsızlık azmini pekiştirmiştir.
Sakarya Nehri çevresindeki geniş bir alanda gerçekleşen savaş, Türk ordusunun savunma savaşı stratejisiyle başlamıştır. Atatürk'ün "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır" sözleri, Türk askerinin savunma kararlılığını ve vatanı her şeyin üstünde tutma anlayışını yansıtmaktadır. Savaşın gidişatı, Türk ordusunun yılmaz direnişi ve karşı taarruzlarıyla şekillenmiş, Yunan kuvvetlerinin ilerleyişi durdurulmuştur.
Sakarya Meydan Muharebesi'nin sonucu, Türk ordusunun stratejik bir zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu zafer, Yunan kuvvetlerini stratejik bir çıkmaza sokmuş ve Anadolu'daki Yunan işgalinin sonunun başlangıcı olmuştur. Atatürk'ün bu savaştaki liderliği, onun "Gazi" ünvanı ve Mareşal rütbesi almasına, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesindeki inancının pekişmesine yol açmıştır. Sakarya Meydan Muharebesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı ve Türk milletinin kaderinin değiştiği bir dönüm noktası olarak tarihe geçmiştir.
Büyük Taarruz, Türk Kurtuluş Savaşı'nın en kritik muharebesidir ve Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri dehasının ve liderliğinin zirveye ulaştığı an olarak tarihe geçmiştir. 26 Ağustos 1922'de başlayan bu taarruz, Türk ordusunun Anadolu'daki Yunan işgaline son verme kararlılığının göstergesidir. Atatürk, savaşın gidişatını değiştirecek bu hamleyi titizlikle planlamış ve orduya ilham veren liderliğiyle zaferin temellerini atmıştır.
Taarruz, Afyonkarahisar-Dumlupınar hattında başlamış ve Türk ordusunun hızlı ilerleyişiyle devam etmiştir. Atatürk'ün stratejik planlaması ve askerlerin azmi, Yunan kuvvetlerini geri çekilmeye zorlamış, bu da 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da kesin bir zaferle sonuçlanmıştır. Türk ordusunun bu zaferi, Yunan işgalinin sonunu getirmiş ve 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşuyla taçlandırılmıştır.
Büyük Taarruz'un sonucu, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yolunu açmış ve Atatürk'ün ulusal kahraman olarak yerini sağlamlaştırmıştır. Bu zafer, sadece askeri bir başarı değil, aynı zamanda Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin sembolü haline gelmiştir. Atatürk'ün bu süreçteki liderliği, onun sadece bir savaş kahramanı değil, aynı zamanda bir ulusun kaderini değiştiren vizyoner bir lider olduğunu göstermiştir.
Dumlupınar Meydan Muharebesi, Türk Kurtuluş Savaşı'nın en önemli ve son büyük muharebesidir. 30 Ağustos 1922'de gerçekleşen bu çarpışma, Türk ordusunun kesin zaferiyle sonuçlanmış ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde dönüm noktası olmuştur. Bu zafer, aynı zamanda Yunan işgaline son vermiş ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yolunu açmıştır.
Muharebe, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde, Afyonkarahisar'ın güneyinde, Kocatepe'den başlayan Büyük Taarruz'un bir parçası olarak gerçekleşmiştir. Türk ordusunun stratejik planlaması ve sürpriz taarruzları, Yunan kuvvetlerini hazırlıksız yakalamış ve büyük bir bozguna uğratmıştır. Türk askeri, üstün taktik manevralar ve kesin kararlılıkla Yunan savunma hatlarını yarmış ve düşman kuvvetlerini kuşatma altına almıştır.
Dumlupınar'da elde edilen zafer, Türk ordusunun moralini yükseltmiş ve ulusal birlik ruhunu güçlendirmiştir. Bu muharebe, Türk milletinin özgürlük ve bağımsızlık uğruna verdiği mücadelenin zaferle taçlandığı anı simgelemektedir. Mustafa Kemal Atatürk'ün bu savaştaki liderliği, onun askeri dehasını ve ulusal bağımsızlık yolundaki kararlı duruşunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin ardından, Türk ordusu düzenli bir şekilde ilerlemeye devam etmiş ve 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşuyla Yunan işgaline tamamen son verilmiştir. Bu zafer, Lozan Barış Antlaşması'na giden yolda Türkiye'nin elini güçlendirmiş ve Türk milletinin egemenlik haklarını tüm dünyaya kabul ettirmiştir. Dumlupınar, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı ve Türk milletinin yeniden doğuşunun simgelenmiş olduğu kutsal bir zafer olarak anılmaktadır.
İzmir'in Yunan işgalinden kurtuluşu Türk Kurtuluş Savaşı'nın en önemli dönüm noktalarından biridir ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde simgeleşmiş bir zaferdir. 15 Mayıs 1919'da Yunan kuvvetlerinin İzmir'e çıkmasıyla başlayan işgal Anadolu'da milli direnişin fitilini ateşlemiş ve Türk halkının özgürlük ve bağımsızlık arzusunu alevlendirmiştir. Bu işgal, Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğindeki Türk milletinin, vatanını savunma kararlılığını güçlendirmiştir.
Atatürk'ün stratejik zekası ve askeri dehası, İzmir'in kurtuluşunun temel taşlarını oluşturmuştur. Büyük Taarruz, 26 Ağustos 1922'de başlamış ve Türk ordusunun kesin zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu muharebe, Yunan kuvvetlerini Anadolu'dan tamamen çıkarmış ve 9 Eylül 1922'de Türk ordusunun İzmir'e girişiyle zirveye ulaşmıştır. İzmir'in kurtuluşu, Türk milletinin azim ve kararlılığının, bağımsızlık ve özgürlük uğruna verdiği mücadelenin en parlak zaferlerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
Atatürk'ün bu süreçteki rolü, sadece bir askeri lider olarak değil, aynı zamanda bir ulusun kaderini değiştiren vizyoner bir lider olarak ön plana çıkmıştır. İzmir'in kurtuluşu, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atılmasında kritik bir adım olmuş ve Türk milletinin yeniden doğuşunun sembolü haline gelmiştir.