Ahmet Haşim (1887, Bağdat- 1933, Kadıköy İstanbul) şiir, deneme, gezi yazısı, türlerinde eserleri bulunan, sembolizmin öncülerinden; bilinen toplam eser sayısı otuz dört olan şair ve yazardır.
Ahmet Haşim Bağdat’ta, baba tarafından Bağdatlı Âlûsîzâdeler’e, anne tarafından Kâhyazâdeler’e mensup; müfessir, fakih ve din adamları yetiştirmiş bir ailenin içerisine doğmuştur. Babasının dedesi, meşhur tefsir âlimi Mahmud el Alusi’dir. Babası Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey’in Arabistan illerindeki görevleri nedeniyle eğitim hayatı düzensiz geçmiştir. Babasının Arabistan görevleri neticesinde de Arapça öğrenmiştir. Küçük yaşlarında çok sevdiği annesi Sara Hanım’ı kaybetmiştir ve annesinin vefatı Ahmet Haşim’de derin izler bırakmıştır. Annesinin vefatı üzerine on iki yaşında, babasıyla birlikte İstanbul’a gelmiştir. İlk olarak bir yıl Numûne-i Terakkî Mektebi’ne devam etmiş, ardından Galatasaray Sultânîsi’ne yatılı olarak girmiştir. Buradayken dil ve imla hocası Tevfik Fikret , edebiyat hocası Ahmet Hikmet Müftüoğlu olmuştur. Okul arkadaşları ise Hamdullah Suphi, İzzet Melih, Emin Bülent ve Abdülhak Şinasi Hisar’dır. İlk şiirlerini, bu okulda okurken yazmaya başlamıştır. Galatasaray Sultânîsi’nden 1907 yılında mezun olan Ahmet Haşim, okulun son yıllarında Fransız sembolist şiiri ile tanışmıştır. Bu mezuniyetinden sonra Reji İdaresi’ne memurluk yapmaya başlamış ve bir taraftan da Mekteb-i Hukuk’a devam etmiştir. İzmir Sultanisi Fransızca öğretmenliğine atanınca hukuk eğitimini yarım bırakarak İzmir’e gitmiştir. Bu görevinin ardından Nezâreti mütercimliği yapmıştır. 24 Şubat 1910 yılında Fecr-i Âtî topluluğunun beyannamesini imzalayan kişilerdendir. Ahmet Haşim, topluluğun adının "Sina-yı Emel" olmasını istemiştir fakat Yakup Kadri'nin "Fecr-i Âtî" teklifi kabul edilmiştir. 1. Dünya Savaşı başlayınca ihtiyat zabiti olarak görevlendirilmiştir ve bu sayede Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme fırsatı yakalamıştır. Savaşın bitmesinin ardından İaşe Nezareti'nde bir yıl süreyle iaşe memuru olarak çalışmıştır. Bu görevinin son zamanlarında Sanayi-i Nefise Mektebi'nde mitoloji dersi vermek üzere görevlendirilmiştir. 1920 yılında Duyun-ı Umumiye'ye yaptığı başvuru kabul edilmiştir ve İdare Merkezi Müsevvitliğine atanmıştır. Mülkiye Mektebi’ndeki Fransızca öğretmenliği görevini ömrünün sonuna kadar devam ettirmiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim’i şu sözlerle anlatmıştır: “Haşim bir devdir ve ebediyetle güreşir.” ,“Biz ilk defa olarak Ahmet Haşim ile Avrupalı mȃnasında ve beşerȋ nispette büyük şairi tanıdık; şiirin arkasında bütün bir estetik ve nizam ȃleminin mevcudiyetindeki zarureti öğrendik. Sanatla hayatın arasındaki münasebetin derecesini tayin eden, şiiri bin bir temayüllü hayatın önünde anlaşılmaz bir dil ve acib bir şarlatan vakarıyla vaazlar veren bir hatip gülünçlüğünden kurtarıp, onun ruhumuzla baş başa kaldığımız pek az anların lezzeti yapan da odur…” , “Kendi iradesi, kendi zihnȋ cehtiyle yapmış olduğu bir dünyayı, kendi nizamıyla terennüm etti.” ,“ Onda hiçbir şey, başka bir şeyi nakşetmez, her şey, her şeyi tamamlar.” der.
1924 yılında Düyûn-ı Umûmiyye’den aldığı ikramiye ile Fransa’ya gitmiştir. 1924 yılının yazını Paris’te geçirmiştir. 1928 yılında ise tedavi için ikinci kez Paris’e gitmiştir. Burada tedaviden beklenen sonucu alamayınca Almanya’ya Frankfurt’a gitmiştir. Fakat buradan da beklediği sonucu alamadan geri dönmüştür. 4 Haziran 1933 yılında Kadıköy’deki evinde vefat etmiştir.
Ahmet Haşim’in altı ader eserleri aşağıda listelenmiştir.
Ahmet Haşim’in kitap halinde yayımlanan il eseri “Göl Saatleri” isimli şiir kitabıdır. Daha önce gazete çıkan şiirlerini bir araya getirmiştir.
Ahmet Haşim’in bilinen eserlerinin sayısı 5’tir.
Ahmet Haşim’in şiirleri aşağıda listelenmiştir.
MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
YOLLAR
Bir lamba hüzniyle
Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi;
Söndü göllerde aks-i girye-veşi
Gecenin âvdet-i sükûniyle…
Yollar
Ki gider kimsesiz, tehî, ebedi,
Yollar
Hep birer hatt-ı pür sûkt oldu
Akşamın sine-i gubârında.
Onlar
Hangi bir belde-i hayâle gider,
Böyle sessiz ve kimsesiz şimdi?
Meftûr
Ve muhteriz yine bir nefha-i hayâl esiyor;
Bu nefha dalları bî-tâb u bî-mecâl uyutur.
Sonra eyler giyâhı nâlende,
Sonra âgûş-ı ufk içinde ölür.
Ey kalb!
Seni öldürmesin bir sâye-i şeb,
İşte bir dest-i sâhir ü mahfî
Sana nûr-ı nücûmu indirdi.
Kuruldu işte, mesâfât içinde, lâl-i mesâ
Bütün meâbid-i hiss ü meâbid-i hülyâ
Bütün meâbid-i meçhule-i ümîd-i beşer…
Gurûb içinde bir eşkâl-i bîhudud-ı zeheb
Zücâc-ı san’at ü fikretle yükselirler hep;
Büyük denizlere benzer eteklerinde sükût,
Sükût-ı nâ-mütenâhi, sükût-ı na-mahdût,
Sükût-ı afv u emel.
Bir el
Derîçelerde bir altın ziyâ yakıp indi.
Aktı âb-ı sükûta yıldızlar
Bütün sular zehebî lerzelerle işlendi.
Tâ öteden,
Şimdi zer gözleriyle tâ öteden,
Gam-ı ervâhı vecde da’vet eder
Bütün meâbid-i meçhule-i ümîd-i beşer.
Bütün meâbid-i vecdin soluk ilaheleri
Birer birer iniyor gözlerinde rüyalar;
Dudaklarında ziyâdâr ve muhteriz titrer
Akşamın buse-i huzû-eseri.
Soluk ve gölgeli simalarında reng-i mesâ
Nakşeder bir teheyyüc-i rüyâ:
Biri yorgun semâ-yı lâle bakar,
Biri bir gölge meşy ü gâşyile
Miyâh-ı râkide-i samt ü hâb içinde akar;
Biri bir erganûn-ı eb’âdı
Dinliyor gölgelerde ser-be-zemin,
Biri altın gözüyle, güyâ ki,
Sana ey kalb-i mübhem ü bâkî
“Gel! ” diyor.
Lakin
İniyor
İşte leylin zalâm-ı bîdâdı…
Yollar
Ah ey kimsesiz giden yollar,
Yolların ey sükût-ı hüzn-eseri,
Bugünün inmeden şeb-i kederi,
Meâbid-i emel ü histe sönmeden bu ziyâ,
Ölmeden onların ilaheleri,
Ah gitmez mi, kimsesiz, sessiz
Yollar,
Ah gitmez mi hatt-ı sâkitiniz,
Şimdi zer gözleriyle, tâ öteden
Tâ öteden
Gam-ı ervâhı vecde da’vet eden
Uzak meâbid-i pür-nûr-ı vecd ü rüyâya
Ki câ-be-câ kapıyor bâb-ı vâ’dini sâye.
O BELDE
Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
Ne de âlâm-i fikre bir mersâ
Olan bu mâi deniz,
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'nâ,
Ne bu akşamda bir gam-i nermîn
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-î istitâr ü istiğnâ.
Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ,
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz...
O belde?
Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
Mâi bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm;
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyâhud yâr;
Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir
Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,
O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm
Onların ruhu, şâm-ı muğberden
Mütekâsif menekşelerdir ki
Mütemâdî sükûn u samtı arar;
Şu'le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer
Mültecî sanki sâde ellerine
O kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,
Onların hüzn-i lâl ü müştereki,
Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine...
O belde
Hangi bir kıt'a-yı muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veya mevcûd
Fakat bulunmayacak bir melâz-i hulyâ mı?
Bilmem, yalnız
Bildiğim, sen ve ben ve mâi deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehzîz
Bende evtâr-ı hüzn ü ilhâmı.
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz.
BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU
Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi... Sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nâlân;
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder i'lân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde semâ kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
MUKADDİME
Zannetme ki güldür, ne de lâle
Âteş doludur, tutma yanarsın
Karşında şu gülgûn piyâle...
İçmişti Fuzuli bu alevden,
Düşmüştü bu iksir ile Mecnûn
Şi'rin sana anlattığı hâle...
Yanmakta bu sagârdan içenler,
Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı
Baştanbaşa efgân ile nâle...
Âteş doludur, tutma yanarsın
Karşında şu gülgûn piyâle...
Ahmet Haşim’in bilinen şiirlerinin toplam sayısı 95’tir.
Ahmet Haşim’in en çok bilinen şiiri “Merdiven” isimli şiiridir.
Ahmet Haşim’in bilinen ilk manzumesi "Leyâl-i Aşkım"dır. 1901'de Ahmet Haşim 14 yaşındayken "Mecmua-i Edebiyye"de yayımlanmıştır
Ahmet Haşim, Fecr-i Ati edebiyat topluluğunun üyesidir. Empresyonizm ve sembolizm akımlarından etkilenmiştir. Fransız sembolizmini, Şeyh Galip’in şiirlerindeki imgelere dayanarak yorumlamıştır. Şiiri müziğe yaklaştırmış, ahenge büyük önem vermiş, şiirin anlaşılmak için değil duyulmak için olduğunu savunmuştur. Şiirlerini aruz vezniyle yazmıştır. Kapalı şiirler yazan Ahmet Haşim, şiirde açıklık ve fikri gereksiz bulmaktadır. Ahmet Haşim, şiirlerinde kadın, yalnızlık, ölüm, aşk ve hüzün gibi konular işlemiştir. Serbest müstezata ilgi duymuştur. Şiirlerinde sıfatları bolca kullanmıştır.
Ahmet Haşim’in şiirleri dört aşamada değerlendirilmektedir. İlk dönem şiirleri olarak 1901-1908 yılları arasında yazdığı şiirler kabul edilmektedir. Bu şiirleri kitaplarına almamıştır. Bu dönem şiirlerine "Hayal-i Aşkım" örnek verilebilmektedir. Bu dönemde yazmış olduğu şiirlerde Cenap Şahabettin ve Tevfik Fikret etkileri görülmektedir. İlk şiirleri olmasına rağmen estetik bir kaygı ile yazılmış şiirlerdir. Yine bu dönemde kalema aldığı “Peri-i Hürriyet" ve "Bayrak" şiirleri toplumsal konulara yer verdiği ilk iki şiirdir ve bu şiirlerden sonra da hiçbir zaman toplumsal konulu şiirler kaleme almamıştır. Ahmet Haşim’in şiirinde, ikinci döneminin başlangıcı 1909 yılı olarak kabul edilmektedir. Bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilen şiiri “Şi’r-i Kamer”’dir. “Şi’r-i Kamer” isimli şiirinde annesini anlatmıştır. Bu dönemde yazdığı şiirleri daha sonra “Piyale” kitabının bir bölümünün içerisine almıştır. Bu dönemde yazdığı şiirlerinde annesini, annesi ile birlikte gezdiği Bağdat gecelerini, annesinin hasta yüzü ve ay unsurlarını işlemiştir. Akşam, ay, ay ışığı, yıldızlar, Dicle, çöl, ufuk, hüzün ve gam şiirlerinde sıklıkla geçmiştir. Şi'r-i Kamer"ler Ahmet Haşim'in imaj dünyasını en iyi veren şiirler olarak kabul edilmektedir. Ahmet Haşim’in şiirlerinin üçüncü dönemini “Göl Saatleri” kitabındaki şiirler oluşturmaktadır. Dergȃh Kütüphanesi’nin yayımlanan ilk kitabı “Göl Saatleri”dir. Otuz dört şiirden oluşan bu kitap "Göl Saatleri", "Göl Kuşları", "Serbest Müstezad Nazımları" ve "Muhtelif Şiirler" başlıklarını taşıyan dört bölümden oluşmaktadır. "Mukaddime" başlıklı şiiri, empresyonist yanını göstermektedir. Ahmet Haşim'in dördüncü ve son dönemini Piyale ve bu kitabına girmeyen son şiirleri oluşturmaktadır. Kitapta 27 adet şiir bulunmaktadır. Bu kitaptaki şiirleri diğerlerine nispeten daha sade bir dile sahiptir. Şiirlerinde hakim renk kırmızı, hakim duygu da hüzündür.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim’in şiirini şu sözlerle anlatmıştır: “Etrafına her gün yenileşen ve hiç yıpranmayan bir ilk insan hayretiyle bakmanın sırrını bilirdi. Kanunları kadar yeknesak olan tabiatı her defasında yeni bir renk ve ışık altında yakalaması bundandır. Onun şiirinde asil bir istihale her an eşyayı kesif uykusundan uyandırır ve ona zengin bir hüviyetin kamaşmalarını izafe eder. Niçin söylemeyelim, Ahmet Haşim bir primitifti. Fakat Gourmont’un mektebinden yetişmiş ve Mallarmé’nin kapalı dünyasındaki mücerret, saf güzelliklerin esrarlı lezzetini tatmış bir primitif…”
Ahmet Haşim’in şiirleri lirik türdedir.
Ahmet Haşim, şiirlerinde sanat için sanat anlayışını benimsemiştir. Şiirin kişisel olduğunu savunmuş, toplumsal meselelere şiirinde yer vermemiştir. Çanakkale Savaşı’nda bizzat görev almasına rağmen bu anlayışından vazgeçmemiştir.
Ahmet Haşim şiirlerinde aruz vezni kullanmıştır.
Ahmet Haşim, şiirlerinde aruz vezninin Mefâilün feilâtün mefâilün feilün, Feilâtün mefâilün feilün, Mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün, Mef’ûlü mefâîlü feûlün, Mef’ûlü fâilâtü mefâilü fâilün gibi farklı kalıplarını kullanmıştır.
Ahmet Haşim, şiirlerinde kulak için kafiyeyi kullanmıştır.
Ahmet Haşim’in bilinen ilk manzumesi 1901'de "Mecmua-i Edebiyye" de yayınlanmıştır.
Ahmet Haşim’in denemeleri aşağıda listelenmiştir.
Ahmet Haşim’in gezi yazıları “Frankfurt Seyahatnamesi” ismiyle kitaplaştırılmıştır. Yazarın, tedavi amacıyla gittiği, ama iyileşmeden döndüğü Frankfurt'taki seyahatindeki gözlemlerini anlattığı yazılarından oluşan kitabıdır. Günümüzde birçok yayınevinden yayınlanan eserin İnci Enginün- Zeynep Kerman tarafından hazırlanmış baskıları da bulunmaktadır.
Ahmet Haşim’in Frankfurt Seyahatnamesi hakkında yazmış olduğu yazıda Ahmet Hamdi Tanpınar eseri şu sözlerle anlatmıştır: “Frankfurt Seyahatnamesi bir Ahmet Haşim ‘Gece’sinin esrarengiz dehlizi ile başlar. Kim bilmez ki akşam ve gece bu hayal tacidarının kendi vehim ve sırlarını, kendi rüya ve hakikatlerini gezdirmekten en çok hoşlandığı iki hȃs mȃlikanesidir. Hepimiz zaman zaman onun gecelerinin muhayyirülukuluyla ürperdik ve hȃlȃ akşamlarındaki baş döndürücü lezzetle sarhoşuz.”
Ahmet Haşim empresyonizm ve sembolizm akımlarından etkilenmiştir.
Empresyonizm, 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Türkçeye izlenimcilik olarak çevrilmiştir. Empresyonizm akımı, anlam kapalılığını tercih etmektedir. Dış dünyada görülen varlıkların gerçek yönleri yerine kişide bıraktığı izlenimlere önem vermişlerdir. Ahmet Haşim de Göl Saatleri’nin “Mukaddime”sinde: “Seyr eyledim eşkâl-i hayâtı/ Ben havz-ı hayâlin sularında,/ Bir aks-i mülevvendir onunçün/ Arzın bana ahcâr-ü nebâtı.” diyerek dünyadaki taşların ve bitkilerin birer yansıma olduğunu söylemektedir. Empresyonizm akımının etkisi görülmektedir. Empresyonizm akımının bazı temsilcileri aşağıda listelenmiştir.
Sembolizm 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış, 1885-1900 yılları arasında yaygınlaşmıştır. Sembolizm akımında “Evrenin, görüntülerin ötesinde bir anlamı olduğundan, evrende her şeyin duyarlı olduğunu bilen ozanın bu görüntüleri aşmak, gerçeğe ulaşmak istemesi” ilkesinden yola çıkılmaktadır. Sembolizm akımının bazı temsilcileri aşağıda listelenmiştir.
Ahmet Haşim, Fecr-i Ati dönemi yazarıdır. 1909’da kurulan edebi topluluk Servet-i Fünun topluluğuna benzemektedir. Edebiyatımızda ilk edebi bildiriyi yayımlayan topluluktur. Edebiyat onlar için önemli bir iştir ve halka anlatılmalıdır. Başlıca temaları tabiat ve aşktır. Tıpkı Servet-i Fünun topluluğu gibi Fecr-i Ati topluluğu da Servet-i Fünun dergisinde eserlerini ve görüşlerini yayınlamışlardır. Topluluk “Sanat, şahsi ve muhteremdir.” İlkesini benimsemiştir. Fecr-i Ati topluluğunun yazarları aşağıda listelenmiştir.
Ahmet Haşim, sanat için sanat anlayışını benimsemiştir.
Ahmet Haşim’in etkilendiği kişiler aşağıda listelenmiştir.
Ahmet Haşim, denemeler, makaleler yazmış bir şairdir. Ahmet Haşim, farklı türlerde eser vermiş olsa da şöhretini şiirlerine borçludur. Hem yaşadığı dönemde kendi çağdaşlarını, hem de kendisinden sonraki dönemde eser vermiş olan yazarları etkilemiştir.
Ahmet Haşim, baba ve anne tarafından da Bağdatlıdır.
Ahmet Haşim’in babası Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey’dir. Bağdatlı Âlûsîzâdeler soyundan gelmektedir. Arabistan’ın çeşitli vilayetlerinde devlet görevlerinde bulunmuştur. Eşinin vefatının ardından çocuklarını alarak İstanbul’a dönmüştür.
Ahmet Haşim’in çocukluğu Bağdat’ta geçmiştir. Baba tarafından Bağdatlı Âlûsîzâdeler’e, anne tarafından Kâhyazâdeler’e mensup; müfessir, fakih ve din adamları yetiştirmiş bir ailenin içerisine doğmuştur. Biri kız, üç kardeşin en büyüğüdür. Ailesi eğitime önem veren, âlimler çıkarmış bir aile olmasına rağmen babasının görevleri nedeniyle düzensiz bir eğitim hayatı yaşamıştır. Bu düzensiz eğitimleri sırasında Arapça öğrenmiştir. Türkçesi’nin İstanbul’a gelene kadar biraz bozuk olduğu, İstanbul’da eğitim hayatı başladıktan sonra bu bozukluğun düzeldiği söylenmektedir. Ahmet Haşim, annesi Sara Hanım’a oldukça düşkün bir çocuktur. Babası ise katı bir adamdır. Ahmet Haşim on iki yaşında iken annesi Sara Hanım vefat etmiştir. Annesinin vefatı Ahmet Haşim’i derinden etkilemiştir ve bu etki sanatına yansımıştır. Annesinin vefatından sonra, on iki yaşında İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da eğitim gördüğü sıralarda da edebiyatla yakından ilgilenmeye ve eser vermeye başlamıştır.
Ahmet Haşim, babasının Arabistan illerindeki görevleri neticesinde, on iki yaşında İstanbul’a gelene kadar düzensiz bir eğitim görmüştür ve buralarda Arapça öğrenmiştir. İstanbul’a geldiğinde ilk olarak 1896 yılında, bir yıllığına Numûne-i Terakkî Mektebi’nde eğitim görmüştür. Ardından 1897’de Galatasaray Sultânîsi’ne yatılı olarak girmiş ve buradan 1907 yılında mezun olmuştur. Mezuniyetinin ardından memurluğa başlamış ve bir yandan da Mekteb-i Hukuk’a devam etmiştir. İzmir Sultanisi Fransızca öğretmenliğine atanınca hukuk eğitimini yarım bırakarak İzmir’e gitmiştir.
Ahmet Haşim, şiirlerinde kapalı ve anlaşılması zor bir dil kullanan fakat düz yazılarında şiirlerine nazaran daha açık ve anlaşılması kolay bir dil kullanan; ferdi konuların şairidir. Şiirlerinde dış dünyayı karamsar ruh hali ile gözlemlemiş ve sonbahar, akşam kızıllığı, yalnızlık, aşk konularında şiirler yazmıştır.
Ahmet Haşim’in düz yazıları şiirleri ile aynı sanat anlayışının ve dünya görüşünün ürünüdür. Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim’in nesrini şu sözlerle açıklamıştır: “Haşim’in nesri, onun rüyasıyla hayat arasında atılmış bir köprüdür. Bu köprüden o, bazan inandığı kıymetlerin propagandasını yapan bir güzellik havarisi, bazan da çirkinlik ve hamakat dünyasına akınlar yapan müthiş bir silahşör halinde sık sık geçerdi. Tıpkı konuşması gibi.” der.
Ahmet Haşim, Kadıköy’deki evinde hayatının son günlerini yaşarken kendisine bakan Zarife Özgünlü ile evlenmiştir. 17 Mayıs 1933 yılında evlilik gerçekleşmiştir ve bu zamandan çok kısa bir süre sonra Ahmet Haşim hayata veda etmiştir.
Ahmet Haşim’in çocuğu yoktur.
Ahmet Haşim, 4 Haziran 1933 yılında, 46 yaşında vefat etmiştir.
Ahmet Haşim, İstanbul Kadıköy’deki evinde vefat etmiştir ve mezarı Eyüp Sultan Mezarlığı’ndadır.
Ahmet Haşim hakkında yazılan kitaplar aşağıda listelenmiştir.