Tükendi
Gelince Haber Ver“Cemil Meriç için Paris, bayram ziyaretinde evde olmadığına sevinilen türden bir akraba gibi miydi bilmiyorum. Ben Paris’i ilk gördüğümde otuz yaşındaydım ve Paris evdeydi. Evet yirmili yaşlarda İstiklal Caddesi’ndeki Fransız Kültür Merkezi’ne gitmişliğim ve üç ayda Fransızca öğrenmekle ilgili başarısız bir
Elmalılı Hamdi Yazır olmayı denemişliğim vardır. Ama ne Galatasaray Üniversitesi’nin Fransızca kursunda dersimize giren, fularlı, kucağında kedili, top sakallı delikanlının güzellediği Frankofonluğun, ne Charles Baudelaire şiirlerinin, ne Guy de Maupassant öykülerinin ne de Balzac romanlarının bir etkisi oldu bende. Mesela Jean-Jacques Rousseau’nun Emile’i Immanuel Kant’ı neden bu kadar etkiledi hiç anlamadım. Ne Fransız sinemasına, ne de Fransızcadaki tonlamalara hayran oldum. Hiçbirini sevemedim. Sevmeyi de denemedim. Zaten azıcık Marquis de Sade’yi tanıyan biri Fransa’nın yanından geçmez ya da Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’ni okuyan biri Indila dinlese oh ne güzel söylüyor yerine, “ah Âdile ah” der. Ey okur, Fransa ile ilgili yazacağım her şey kişisel, yanlı yargılarımdan ibarettir. Çünkü Paris bana geldiğinde ben evde yoktum.”