Trabzon`dan Rumlar gelirdi. Çin Kürtleri gibi giyinirlerdi. Bizim erkeklere hiç benzemezlerdi. Tıraş olmazlardı. Saçları, sakalları, bıyıkları birbirne karışmıştı. Gözleri maviydi. "Golosi gologosini" derlerdi birbirlerine veya "kena nasuini". Biz ne dediklerini anlamaz, gülerdik üstlerine. onlar da bize gülerlerdi. Kilisenin dışındaki surun kapısında kutularını açarlardı. Yeşil, kırmızı öyle boyaları vardır ki, insanın gözünü alırdı. Dünyada öyle de güzel renkler var mıymış! Sonra öyle ibrişimler, aynalar, sırmalar, boncuklar ki, gelinler, kızlar başına üşüşür, gider gider gelirlerdi tekrar görmek için...Evin her yanında sevişilmezdi. Ocak,ateş yakılan yer kutsaldı; orada olmazdı. Mutfak gene öyle. Yiyecekler vardı, ağzımıza alacak, yiyecektik; orada da olmazdı. Ekmek tandırının yanı, o anda ekmek pişirilmese, tandır soğuk olsa da, gene olmazdı. Ekmek orada pişiyordu ya...Yeşil buğday tarlalarında saklanıp sevişmek de çok günahtı. Tarlaların mübarekliğini bozar, mundar ederdik. Cezasını kıtlıkla çekerdik. Cumartesi geceleri, pazarın bir önceki gecesi de karı koca cinsel ilişkide bulunamazdı. O geceden olma çocuk günah çocuğuydu. Yarmaz, zapt edilmez bir şey olurdu; "cumartesi gecesi dölü" denirdi öylesine.