Tükendi
Gelince Haber Ver“O geceden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Evimizin bacasından içeriye bir ateş topu atılmıştı ve kısa süre içerinde her tarafa sıçrayan yangın; birkaç ömre sirayet ede ede devam etti.
Tükenmiş bir nefesle bulanık bir havuzun içinde çırpınıp durduk yıllarca. Zorunlu göç mevsimi başlayınca hepimiz sahip olduğumuz kendi adreslerimizi kaybettik bir bir. Bütün mevsimler karakıştı bundan böyle. Beklediğimiz tüm istasyonlarda trenler hiç durmadan gelip-geçti.
Aradan yıllar geçse de hep çok sevdiğim anıların köşesini kıvırdım; düştüğümde kaldığım yerden başlayabilmek için. Çıkardığım derslere ihtiyaç duyarım diye altını çizdim zor günlerin. Yine de içimde bol bol can yanıkları kaldı.
Bir yel esmiş gibi geçti ömür dediğimiz zaman aralığı. Biz ne kadar cambazlık etsek de sonunda üzerinde yürüdüğümüz ömür ipi incelecek ve kopacak. Orası kesin.
Zamanı geldi sanırım, içini anılara doldurup koynumda sakladığım bu defteri artık sana emanet ediyorum. İçerisindeki; bitmeyen alacakaranlığı, derinleşen tanımsız hüzünleri, dinmeyen güz yağmurunu ister sadece sen oku, istersen sayfa sayfa savur gökyüzüne cümle kuşlar okusun…”
?
Yazar; sıklıkla gittiği huzurevi ziyaretlerinin birinde tesadüfen tanıştığı Melek Teyze`nin anılarındaki kelimelerin harflerini yıkayarak, yıkılmış bir (birçok) hayatın molozlarını başka diyarlara savurarak gönül dağarcığınıza “Albina’nın gerçek yaşam hikâyesini” mentollü bir bulut eşliğinde sunuyor.