Tükendi
Gelince Haber VerŞiir ve musıki, Türk milletinin tarih boyunca yaşadığı genelde dinamik, özelde içe dönük hayatında canlı bir şekilde yer almış ve birbiriyle bütünleşmiş olan seçkin iki sanat dalıdır. Onun için, bunlarla milletimiz arasında çok yakın ilişkiye dayalı kopmaz bir bağ vardır. Bu bağ öylesine güçlüdür ki, şiir ve mûsikimize bakarak; milletimizin yaşama sevincini, dinî vecdini, coşkunluğunu, heyecanını, huzur, mutluluk, hüzün ve gurbet duygusunu, isyan ve acıma hissini, vatan, millet, bayrak sevgisini, kurtuluş mücadelesini, yiğitlik kükreyişini, kahramanlık şahlanışını, özetle hemen hemen bütün özelliklerini görmek ve bulmak mümkündür.
İşte bu çerçevede şiir ve mûsıkimiz, tarih boyunca milletimizin gerek klâsik, gerekse çağdaş platformda yetiştirdiği üstün değerlerle, bütün dünya kültür ve sanatında hatırı sayılır derecede saygın bir yere sahip olmuştur.
Eskilerin *tegannî* adını verdikleri, makamla okunan sözlü mûsıkimizi besleyen şiir; tâ Ortaasya’dan itibaren Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yıllarca dantelâ gibi işlenerek, değişim ve gelişimini sürdürmüş; sonuçta, ortaya konulan seçkin eserlerle bestecilerimize ilham kaynağı olmuştur.
Bu çerçevede musıkimiz, 15. yüzyılda Abdükadir Merâgî’nin Segâhkâr’ı başta olmak üzere; 18. yüzyılda, Buhurî-zâde Mustafa Itrî’nin Nevâkâr’ı; 19. yüzyılda Hammâmî-zâde İsmail Dede Efendi’nin Ferahfezâ Âyîni gibi klâsik formda ifadesini bulan üç şâheserle yolunu açmış, geçen zaman içinde ilerleyip yükselerek bugünlere gelmiştir.
Nitekim bu büyük mûsıki dehâlarını, 19 yüzyılda, Hammâmî-zâde’nin öğrencisi olan Zekâî Dede Efendi ile kendisiyle aynı yüzyılda yaşayan, Kürdilihicazkâr makamı ile Müsemmen Usûlü’nü bulan Hacı Ârif Bey ve nihayet, Dügâh Mevlevî Âyini başta olmak üzere, 120 civarında eseri elimize ulaşan Hacı Fâik Bey takip etmiştir.
Cumhuriyet döneminde ise, mûsıkimiz; Selâhaddin Pınar, Saadeddin Kaynak, Münir Nureddin Selçuk… gibi üstat isimlerin, tarihî kaynaklarımızdan beslenerek yeni şekil ve anlayışlarla açtıkları yolu izleyip, başarılı eserler ortaya koyan bestekârlarımızla günümüze ulaşılmıştır.
Yahya Kemâl, *Eski Mûsıki* başlıklı şiirinde: *Açar bir altın anahtarla rûh ufuklarını* dediği bu sanatımızla ilgili olarak, tarih ve milletimizle bütünleşen bir çizgide:
Çok insan anlayamaz eski musıkimizden;
Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden! şeklinde, doğru ve o ölçüde anlamlı bir hüküm verir.
İşte, böylesine muhteşem geçmişi ile günümüze kadar gelen musıkî eserlerimizden bir kısmının güftelerini *ummandan katre*, yani okyanustan damla misali biraraya getirerek hazırlayıp sunmaya çalıştık.
Bu arada gerek güfteleri, bestelenmiş şekilleriyle okuyan profesyonel ve amatör sanatçılarımızın, gerekse konser ve solo programların sunuculuğunu üstlenen dostların; eserleri, hakkını vererek doğru okumalarına yardımcı olmak amacına yönelik şekilde, güfte metinlerinde, kitapta açıklandığı üzere bazı önemli teknik uygulamalar da gerçekleştirilmiştir.
Böylece aynı zamanda, son dönemin iki büyük bestekârı ve mûsıki üstadı olan merhum Sâdi Hoşses’e bundan 25 yıl evvel; merhum Avni Anıl’a da 10 yıl önce, hazırlanıp yayımlanmasını çok istedikleri bu kitap konusunda verdiğimiz sözleri de yerine getirmiş olduk.
Günümüze ve yarınlarımıza bir armağan bırakabilmek emeliyle hazırlanan bu çalışma ile tarih boyunca Türk kültür ve sanatının en önemli dallarından birisini oluşturan *muhteşem musıkimiz*e bir nebze olsun hizmet edebilmek görevini yerine getirebilmiş isek, kendimizi bahtiyar sayacağız.
Saygı ve sevgilerimizle.