Elektrik süpürgesi çıkmamıştı henüz, analar saçlarını süpürge yapıyorlardı evlatlarına. Kazak ve çorap örüyorlardı onlar için. Kilitli hatıra defterlerinde saklıyorlardı en mahrem anılarını. Sırdaş hesapların değil, "Emekli Maaşına Mahsuben" yapılan alışverişlerin çetelesinin tutulduğu bakkal defterlerinin devriydi. "Gitti de Gelmeyiverdi" şarkısı çaldığında Hamiyet’in sesinden, işlemeli bir mendile düşüverirdi gözyaşları. Ağlamak da gülmek kadar doğaldı. Elleri kınalıydı kadınların ama tırnakları ojesiz... Sanki biraz pembeydi bakışları. Yoksullardı evet ama yine de sokaklarımızı sevgi ışıltıları ile aydınlatır, kandillerin titreşen pırıltısında bir umut ışığı gibi süzülürlerdi.Ve taş plaklar bir kenara atılmıştı ansızın, ‘kırık ve ezik’tiler yenildikleri için kaset ve CD’lere.İstanbul’da bir dönem böyle geçip gitti, geride silik anılar bırakarak.Hala o eski İstanbul’u aramaktayız ki, biliyoruz gidenin geri gelmeyeceğini. Ölüm Allahın emri, o hoyrat el değmeseydi bir de yanaklarına...Bir sabah günlük güneşlik bir Türkiye’ye uyandığımda, sakladığım o taş plaktan "Zehretme Hayatı" şarkısını son kez dinleyeceğim.Son İstanbullu Ergun Hiçyılmaz’dan kaybedilmiş İstanbul’a bir ağıt.