Tükendi
Gelince Haber Ver “Masumiyetin Son Günleri” trajedi duygusunu kurbanda değil, katilde arıyor. Cinayet, bu hikâyede çaresizliğin bir kenar süsü gibi duruyor. Kalbe girmiş hançerin sedef kakmalı kabzasına benziyor burada aşk. İlişkiler, “İlişki kuran mahvolmuş demektir.” sözünü haklı çıkarıyor.
Kaybeden iki insanın dayanışması, aslında en derin dayanışmadır. Ve bu yoldaşlık, bütün çaresizlikleri güzelleştirir.
Saf aşk, bu hikâyenin göklerinde şöyle bir görünüp kayboluyor. Geride o masum ve saf aşkın acı bir izlenimi kalıyor yalnızca. Mücadele kapıları açamıyor; aksine duvarları daha da sağırlaştırıyor.
Bütün şiirsel jestler, sonunda açılmayacak bir kapıyı vurmak anlamına geliyor.
Geriye bir şey için yaşamak kalıyor sadece. Yalnızca bir şey için yaşamanın şiiri kalıyor.
Masum, Handan, Servet, Ahmet, Naz ve diğerleri...
Hepsi de sadece bir şey için yaşıyorlar artık. Ve amaçları sık sık birbirlerine dolanıp içinden çıkılmaz hale geliyor.
Masumiyetin Son Günleri Türkiye’deki mevcut kültürel-ideolojik ortamın kökenlerine ışık tutuyor. Sağ ve sol arasındaki geleneksel çekişmenin taraflarını olabildiğince tarafsız bir gözlemle irdeliyor. Gezi ve benzeri olayların arka-planına ışık tutuyor. Toplumsal isyanın köklerini, Türk toplumunun kolektif bilinçaltında arıyor. İlişkilerin günümüzdeki çıkmazlarını çarpıcı bir üslupla betimliyor.
Zaten yaşamayan aşkın trajik ölümü Masumiyetin Son Günleri hikâyesinde Selahattin Yusuf `un çarpıcı üslubuyla gözler önüne seriliyor.